Türkiye Kamu-Sen, yıllardır diyalog, hoşgörü, yönetişim anlayışıyla kamu görevlilerinin hak ve menfaatlerinin ilerletilmesi için mücadele yürütmektedir" />
Türkiye Kamu-Sen, yıllardır diyalog, hoşgörü, yönetişim anlayışıyla kamu görevlilerinin hak ve menfaatlerinin ilerletilmesi için mücadele yürütmektedir
Türkiye Kamu-Sen, yıllardır diyalog, hoşgörü, yönetişim anlayışıyla kamu görevlilerinin hak ve menfaatlerinin ilerletilmesi için mücadele yürütmektedir. Elbette bu mücadelenin öncelikli hedefi kamu görevlilerinin toplu sözleşme, grev ve siyaset haklarını da içeren çağdaş, ILO standartlarında sendikal haklardır.
Bu mücadelede toplumumuzun hassasiyetlerini gözeterek, gerginliklerden mümkün olduğunca kaçınarak, milli ve manevi değerlerimizi ön planda tutarak, “önce ülkem” diyerek yer aldık. Ancak, bu iyi niyetimize karşılık olarak memurlarımız aleyhine yürütülen kampanyalara, memurlarımızın kazanılmış haklarının ellerinden alınma gayretlerine maruz kaldık.
İş bilmez iktidarın başarısızlıkları, kötü niyetli yöneticilerin beceriksizlikleri yıllarca sırtımıza yüklendi. Özellikle ülkemizde kamu hizmetlerini sevk ve idare etmekle sorumlu olan hükümet üyeleri, sürekli memurlarımızın işe yaramaz, vasıfsız, yan gelip yatan, hizmetin gereklerini yerine getirmeyen kimseler olduğunu ifade ederek, memurlara hakaret ettiler.
Kamu hizmetini düzenlemekle ve yürütmekle görevli olan bakanlar, basiretsiz ve beceriksiz yönetim anlayışlarını, liyakatsiz, yandaş yöneticilerle desteklemek isteyince ortaya çıkan aksaklıkların sorumluluğu, fedakâr Türk memurunun omuzlarına yüklendi.
Oysa bizler, vatandaşlarımızın doğduğu andan başlayarak, hayatının her anında, her alanında hizmet üretmekteyiz. Hastadan bulaşan virüs nedeniyle can veren doktor; kilometrelerce ötedeki köye ders vermeye giderken soğuktan donan öğretmen; haciz ihbarnamesini borçluya tebliğ ettiği için katledilen postacı; yangın söndürürken hayatını kaybeden itfaiyeci, ormancı; asayişi sağlarken şehit edilen polis, zabıta; raylara döşenen bombanın patlamasıyla şehit düşen makinist de biziz. Ancak yöneticiler tarafından her fırsatta hizmet üretmemekle, yan gelip yatmakla suçlanan da biziz.
2002-2012 yılları arasında ülke ekonomisi ortalama yıllık %6,8 oranında büyürken, kamu görevlilerine büyümeden pay verilmemiş, “büyümeye ne katkınız var ki!” denmiştir. Ekonomik kriz dönemleri, çalışanlarımızın haklarının budanması için bir fırsat olarak görülmüş, bu dönelerde çalışanlarımız işsizlikle tehdit edilerek sesleri kısılmıştır.
Daha bir ay kadar önce yatırım paketi adı altında sanayici ve iş adamlarına 2 milyar TL’lik bir kaynak yaratılırken, memurlarımız ve memur emeklilerimiz tam 5 aydır zam alamadan yaşamak zorunda kalmışlardır.
Sürekli olarak ithalata dayalı arz yaratan bir ekonomik sistemde, talep tarafı yok sayılmak yoluyla sistem çarkları döndürülmeye çalışılmakta, bu da ülkemizin borçlarının katlanarak artmasına neden olmaktadır. Bu sistem istihdamı arttırmamakta, yatırımları arttırmamakta, ücretleri arttırmamakta; ama bir kesimin parasına para katmakta, işsizlik, yoksulluk ve adaletsizliği arttırmaktadır.
Bütçe de milli gelir de milletin ortak kaynağıdır. 75 milyonun ortak kaynağından; milletin %99’u için ayrılan pay, milletin geri kalan %1’lik ayrıcalıklı kesimi için ayrılan pay kadar bile olamamıştır. Milli gelir içinde personele ayrılan ödenek oranı 2002 yılında %6,6 iken; 2011 yılında %5,6’ya gerilemiş; bu da kamu görevlilerimize ödenmesi gereken yıllık 7,72 milyar dolar tutarındaki kaynağın, memur ve emeklilerimizin cebinden alınıp, parasına para katan ayrıcalıklı kesime aktarılmasına neden olmuştur.
Son 10 yıl içinde toplamda reel anlamda %68 büyüyen bir ülkede, çalışanların pastadan aldığı pay azalıyorsa, burada bir tutarsızlık ve adaletsizlik var demektir.
Görülüyor ki; ekonomi büyürken de krize girdiğinde de hedef tahtasına oturtulan yine memurlar olmuştur. Ancak sorunumuz yalnızca ekonomik değildir. Bizim anlayışımızda ahlaki değerler, her şeyden önce gelmektedir. Bize göre bir resmi yetkili, bir konuda söz veriyorsa; artık verdiği sözü yerine getirmek o kurumun boynunun borcudur. Kamu görevlileri olarak, 2012 yılına dek yürütülen toplu sözleşmelerde, yetkililerce verilen sözlerin ve imza altına alınan konuların boşta kaldığını gördük. Bu durum bizlerin, kamu mercilerine karşı güvenini sarsarken; yetkililerin de memurlarımıza karşı olumsuz bir tavır sergilediklerinin ispatı olmuştur.
Verilen sözlerin tutulmaması bir tarafa, bu süreçte hükümetin imza altına alarak yerine getirmeyi taahhüt ettiği, yasal yönden de zorunlu olarak yapması gereken düzenlemeleri dahi gerçekleştirmeyerek, güvenilirliğine bir gölge daha düşürmüştür.
Yetkililerin üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmemesi nedeniyle kamu görevlilerinin sorunları çözümsüz kalmış; sözleşmeli statü, taşeronlaşma, özelleştirme gibi yanlış politikalar nedeniyle de yeni mağduriyetler ortaya çıkmıştır. Diyalog, müzakere ve anlaşma, karşılıklı güven esasları çerçevesinde yürütülen kavramlardır. Bu yapılanlar karşısında memurlarımızın siyasetçilere güveni de kalmamıştır.
Bu süreçte memurlarımız dışlanmış, terk edilmiş ve aldatılmıştır. Diyaloğa direnen, müzakereye kapalı, verdiği sözü yerine getirmeyen bir iktidarla neyin konuşulacağını, hangi konuların karara bağlanacağını kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.
Toplu sözleşme ve grev hakkı, kamu görevlilerinin uluslar arası sözleşmelerden doğan Anayasal hakkıdır. Ancak yıllar süren mücadelemiz sonucunda yapılan düzenlemede grev hakkı görmezden gelinmiş, toplu görüşmenin bile gerisinde bir sistem getirilmiştir. Bu yolla, toplu sözleşme sistemi sulandırılmış, sürüncemede bırakılmış ve gücümüz, sarı sendikalarla kırılmak istenmiştir.
2012 yılının Nisan ayı itibarı ile yıllık enflasyon %11,14 olarak tespit edilmiştir. 2012 Ocak-Nisan arasında ise fiyatlar genel düzeyinde %3,09’luk bir artış olmuştur. Nisan ayı başında yapılanlarla birlikte son bir yıl içinde doğalgaza %33; elektriğe %22; benzine %23; mazota %24 zam gelmiş, bu şartlarda ne kamu görevlilerimizin ne de emeklilerimizin insan onuruna yaraşır bir hayat sürme şansı kalmamıştır.
Ancak, hükümetin taraflı tutumuyla oluşturulan toplu sözleşme masasında kamu görevlilerimiz, emeklilerimiz, dul ve yetimlerimiz için sunulan maaş artış teklifi, %3+%3; yıllık toplam %6 olmuştur. Dolayısıyla bu teklif, dört aylık enflasyon artışını dahi karşılamaktan uzaktır.
Bir taraftan Türkiye’nin ekonomisi en hızlı büyüyen ülke olmasıyla övünen yetkililerin, diğer taraftan memurlarına ve emeklilerine 4 aylık enflasyonun dahi altında bir maaş artış teklifi sunması anlaşılır ve kabul edilebilir değildir.
Tam 5 aydır hiç zam alamayan kamu görevlilerimiz, 666 sayılı KHK ile ek ödemelerde yaratılan adaletsizliklerin çözülmesini, bir saatlik fazla çalışma karşılığında ödenen brüt 1,35 TL’nin, hiç olmazsa çalışanın bir saatlik gerçek ücreti tutarına çıkarılmasını, 4/C’li çalışanlarımızın insan haklarına aykırı uygulamalarla çalışmaya mahkum edilmesinden vazgeçilmesini, mağdur edilen, unutulan 4/B’li ve diğer sözleşmeli çalışanlarımızın kadroya geçirilmesini, işyerlerinde yaşadıkları sorunların çözülmesini beklerken; aylarca çalışıp, günlerce müzakere ettiğimiz taleplerimizin neredeyse hiçbirinin dikkate alınmadığını görünce büyük bir hayal kırıklığı yaşamışlardır.
Kamu görevlilerimizin acil çözüm bekleyen yüzlerce sorunu varken, Kamu İşveren tarafının dalga geçercesine, bazı kamu görevlilerimize yoğurt, süt gibi gıda maddesi yardımı yapılması önerisi, toplu sözleşme görüşmelerinin “cacık”a çevrilmesi girişimlerini de bütün açıklığıyla gözler önüne sermiştir.
Türkiye Kamu-Sen olarak yıllarca kamu görevlilerinin sorunlarını anlatmaya, makul taleplerini hükümete iletmeye çalıştık; ancak hükümet adeta sorunları çözmemek için bizlerle mücadele etti.
Türk memuru horlandı; itibarı zedelendi, aldatıldı; ama hizmet üretmeye devam etti. Bizler 75 milyon vatandaşımızdan ayrı olmaksızın, aynı geminin yolcularıyız. Gidişatın olumlu olmadığı gün gibi aşikârdır.
Bu gidişe “dur!” demek hepimizin boynu borcu, vatandaş olmamızın bir gereğidir. Bizler bugüne kadar diyaloğun her yolunu denedik, hoş görünün her türlüsünü gösterdik, sabrımızı sonuna kadar zorladık. Ama yaptığımız her iyi niyetli girişimde, adres olarak sokaklar gösterildi. Artık bıçak kemiğe dayanmıştır.
Söz bitmiş, hoş görümüz karşılıksız kalmış, diyalog mekanizması tahrip edilmiştir. Son çare eylemdir. Hakkımızı almak, iktidarı uyarmak, Türkiye’nin demokrasi ile yönetildiğini; demokrasinin temelinde tüm kesimlerin haklarının korunması geldiğini hatırlatmak için;
Ülkemizin kaynaklarının adil bir şekilde paylaştırılması için;
Yalnızca memurların değil, işsiz, işçi, esnaf, çiftçi, emekli, dul ve yetimlerin de seslerine kulak verilmesi için 23 Mayıs’ta iş bırakıyoruz.
Son çare olarak, 23 Mayıs 2012 Çarşamba günü hizmet üretmeyerek, memurlarımızın ve emeklilerimizin bütün ümitlerini bağlı toplu sözleşme görüşmeleriyle adeta alay edercesine, memurlara süt, yoğurt verilmesini önerenlere bir cevap verme gereği hasıl olmuştur.
Bu cevap, Türk memurunun kim olduğunu ve ne denli önemli görevler yürüttüğünü, bizlerle adeta dalga geçenlere, bizleri yok sayanlara anlatacaktır. Bu nedenle bütün sivil toplum örgütlerine 23 Mayıs’ta “Bir günlük iş bırakma” eylemimize destek verme çağrısı yapıyoruz. KESK yetkilileri ile yaptığımız görüşmeden olumlu sonuçla ve mutabakatla ayrıldık. 23 Mayıs günü Türkiye Kamu-Sen ve KESK’e bağlı sendikalara üye memurlar, birlikte iş bıraka eylemi yapacaklar. Ayrıca Birleşik Kamu-İş de aynı gün kendisine bağlı üyelerle iş bırakma eylemine katılacak.
Konfederasyon Başkanımız Sayın İsmail Koncuk 14 Mayıs günü Memur-Sen Genel Merkezi’ne bir ziyaret gerçekleştirerek, Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu’ya iş bırakma eylemini birlikte yapmayı, güçlerimizi birleştirerek kamu görevlilerimizin haklarının alınması konusunda hedef birliği yapmayı önerdi.
Bu eylem, toplu sözleşme görüşmelerine en çok üyeye sahip konfederasyon sıfatıyla oturan Memur-Sen için bir fırsat olarak görülebilir. Çünkü bizlerin meydanlarda kamu görevlilerimiz adına vereceği mücadele masada, ellerinin güçlenmesini sağlayacak. Ancak şu ana kadar Memur-Sen tarafından herhangi bir cevap gelmedi.
Bizler, yine de toplu sözleşme masasına ve diyaloğa verdiğimiz öneme binaen, 21 Mayıs’a kadar, bu masadan kamu görevlilerimizi, emeklilerimizi, dul ve yetimlerimizi ve aileleri ile birlikte 20 milyon vatandaşımızı mutlu edecek bir gelişme bekleyeceğiz. Kamu görevlilerinin yüzlerini güldürecek bir revize teklif gelmesi durumunda, biz de eylem kararımızdan vazgeçebiliriz.
Bilinmelidir ki; eylemimiz asla devletimize ve bizlerden hizmet alan vatandaşlarımıza karşı olmayacaktır. Bizler yıllardır Türk memurunu yok sayan, sorunlarımıza çare üretmeyen, önümüzü tıkayan ve bizlere başka çıkar yol bırakmayanlara karşı demokratik hakkımızı kullanacağız.
Yıllardır vatandaşlarımız için görevde olan memurlarımız, bu kez vatandaşlarımız için, “grevde” olacaktır. 23 Mayıs Çarşamba günü Türk memuru ülke genelinde hayatı durduracaktır. 23 Mayıs’da Türk memuru, insanca bir yaşam için, adil bir yönetim için, toplu sözleşme ve grev hakkı için demokratik hakkını kullanacaktır.
O gün trenler çalışmayacak, otobüsler işlemeyecek, öğretmenler ders vermeyecek, uçaklar havalanmayacak, otoyol gişeleri hizmet vermeyecek, vergi toplanmayacak; kısacası kamuda hizmet üretilmeyecektir. 23 Mayıs günü tüm vatandaşlarımızdan çocuklarını okula göndermeyerek, acil durumlar dışında hastanelere gitmeyerek, zorunlu olmadıkça kamu kurumlarından hizmet talep etmeyerek bizlere anlayış göstermelerini bekliyoruz.
Yaşanacak aksaklıkların sorumlusu, sesimizi duymayan, sorunlarımızı görmezden gelen, enflasyonun altında tekliflerle memurlarımıza sefaleti lâyık gören ve bizlere başka çıkar yol bırakmayanlardır.