Türkiye Kamu-Sen Genel BaÅŸkanı Ä°smail Koncuk, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi tarafından düzenlenen “Yeni Anayasa Süreci ve STK’ların Rolü” konulu sempozyuma konuÅŸmacı olarak katıldı
Türkiye Kamu-Sen Genel BaÅŸkanı Ä°smail Koncuk, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi tarafından düzenlenen “Yeni Anayasa Süreci ve STK’ların Rolü” konulu sempozyuma konuÅŸmacı olarak katıldı.
Genel BaÅŸkan konuÅŸmasında, Anayasaların devletin kuruluÅŸ felsefesini ve devletin yapısını özetlediÄŸine vurgu yaparken, devletin dili, bayrağı, baÅŸkenti, yönetim ÅŸekli, sosyal hukuk devleti özelliÄŸi ve niteliklerinden ve Türklük vurgusundan asla taviz verilmemesi gerektiÄŸinin altını çizdi.
Genel Başkan İsmail Koncuk, Anayasa değişikliği ile ilgili olarak aşağıdaki tebliği sundu.
“Anayasalar her ÅŸeyden önce; devletin kuruluÅŸlarını, örgütlenmelerini, iktidarın el deÄŸiÅŸtirmesini, bireylerin hak ve özgürlüklerini düzenleyen kurallar bütünüdür. Anayasalar bu anlamda, bir ülkedeki hukuk normlarının en üstü olarak nitelendirilmekte, milli and veya toplumsal mutabakat gibi ifadelerle; vücuda getirildiÄŸi ülkenin toplumsal ve siyasi gereksinimleri ile bütünleÅŸmektedir.Anayasalar; bir devletin kuruluÅŸ felsefesini, devlet yapısını tarihi gerçekleri ile birlikte özetlemektedir.Cumhuriyetimizin temel nitelikleri ve Atatürk Ä°lkelerini içeren mevcut anayasamızın ilk üç maddesi aynen muhafaza edilmeli, anayasal normlar toplumsal ve siyasi gereksinimler dikkate alınarak ortaya konulmalıdır.Öncelikli olarak, bir anayasanın geniÅŸ bir katılım sonucu benimsenmesi ve kabul görmesi demokratik bir yapılış biçiminin ortaya konulması gereklilik arz etmektedir.Bunun için, açık bir tartışma ortamında anayasa metninin olgunlaÅŸtırılması ve hayata geçirilmesi amaç edinilmelidir.Bu siyasi organlara düÅŸen asli bir görev niteliÄŸindedir. Zira anayasa metinleri belli dönemlerin deÄŸil, uzun dönemler uygulanacak, toplumu geleceÄŸe taşıyan deÄŸiÅŸtirilmesi belli bir zorluÄŸu gerektiren metinlerdir.
KONCUK: ANAYASAMIZA RUH VEREN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN “HÜRRÄ°YET VE BAÄžIMSIZLIK BENÄ°M KARAKTERÄ°MDÄ°R” SÖZLERÄ°DÄ°R
Nasıl bir anayasa olması gerektiÄŸi konusu, nasıl bir yönetim biçimi ve bu yönetim biçiminin hangi sistemi öngördüÄŸü hususuna da baÄŸlıdır.KuÅŸkusuz ki günümüzde en geçerli ve ideal yönetim biçimi cumhuriyet olarak ifade edilmekte, bu rejim içerisinde parlamenter sistem tüm ağırlığı ile haklı olarak yerini almaktadır.Hürriyetçi demokratik rejim olarak da adlandırılabilen parlamenter sistemlerin en önemli unsurları; siyasal sistem içerisinde yer alan siyasi karar organlarının genel oya dayanan serbest seçimlerle oluÅŸması, serbest biçimde örgütlenen siyasi partiler arasında eÅŸit ÅŸartlarla yürütülen iktidar yarışması, tüm vatandaÅŸlara temel hak ve hürriyetlerin tanınmış ve hukuki güvence altına alınmış olmasıdır. Toplumsal bir sözleÅŸme niteliÄŸindeki anayasalar; milli egemenliÄŸin nasıl kullanılacağını açıkça ortaya koymaktadır.Türkiye Cumhuriyetinin, çaÄŸdaÅŸ akılcı, vatandaşını devletin merkezine oturtan devlet felsefesini ortaya koyan Atatürk’ün, Anayasamızdan çıkartılmasının talep edilmesini çaÄŸdaÅŸlıkla izah etmek mümkün deÄŸildir.Atatürk sadece ülkemiz için deÄŸil, bütün mazlum milletlerin Anti emperyalist mücadelesinin simgesidir. Bizim anayasamıza ruhunu veren temel yaklaşımı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir” sözleriyle özetlemek mümkündür.Bu bakımından egemenlik hakkının kullanımı; parlamenter sistem bakımından tek bir organın yetkisine verilmeyecek kadar önemlidir.Parlamenter rejimler; yasama yürütme ve yargı organları arasındaki erkler ayrılığını içermekle birlikte bu kuvvetler ayrılığının iÅŸbirliÄŸi içerisinde, toplumsal ve siyasi tıkanmalara yol açmayacak ÅŸekilde gerçekleÅŸmesini amaç edinmektedir.Parlamenter rejimlerin belirtilen özelliÄŸi gereÄŸi, anayasal metinler yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki dengeyi, frenlemeyi ve uyumu saÄŸlayacak metinler halinde düzenlenmeli, sayısal üstünlüÄŸe sahip olan parti ve partilerin yürütme organı yoluyla diÄŸer organlara, tüm sisteme egemen olabilmesi tehlikesine engel olacak önlemlere yer vermelidir.Belirtilen açıklama doÄŸrultusunda; anayasa metinleri; hukuk devleti ilkesine açıkça vurgu yapmalıdır.Hukuk devleti ilkesi gereÄŸi yürütmenin hukuka baÄŸlılığı ve yürütme iÅŸlemlerinin yargı denetimi altında bulunması mutlak olarak saÄŸlanmalıdır.Aynı paralellikte; yasama faaliyetinin anayasaya uygunluÄŸunun denetimi, anayasanın üstün hukuk normu özelliÄŸini koruması açısından gereklik arz etmektedir.Bu amaçla özellikle kendi menfaatleri ile ilgili konularda meslek kuruluÅŸları ve sendikalara da Anayasa Mahkemesinde iptal davası açma hakkı tanınmalıdır.Yasama ve yürütme organlarının yargı organ ve kurumlarında temsilci bulundurmaması ve üye seçiminde yetkili olmaması, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve HSYK üyelerinin seçiminin yasama ve yürütme organından bağımsız seçilmesi yargı organının görevini en iyi ÅŸekilde ifası bakımından daha yerinde olacaktır.
KONCUK: TÜRKÄ°YE KAMU-SEN’Ä°N, DEVLETÄ°N YÖNETÄ°M ÅžEKLÄ°, NÄ°TELİĞİ, DÄ°LÄ°, BAYRAÄžI, BAÅžKENTÄ° VE MÄ°LLÄ° MARÅžINA KARÅžI DUYDUÄžU HASSASÄ°YET ESAS Ä°TÄ°BARI Ä°LE TÜRK MÄ°LLETÄ°NÄ°N BÜTÜN FERTLERÄ°NÄ°N ORTAK DUYGUSUNU Ä°FADE ETMEKTEDÄ°R.
Anayasaların kiÅŸisel hak ve özgürlükleri mümkün olan en geniÅŸ ÅŸekilde düzenlemesi esas amaç olmalıdır.Anayasalarda kiÅŸisel hak ve özgürlükler baÄŸlamında düÅŸünce, ifade ve inanç hürriyetinin bireylere zarar vermeden ve vatandaÅŸlar arasında ayrımcılık yapılmadan uygulanmasını saÄŸlayacak düzenlemelere temel teÅŸkil edecek hükümler bulunmalıdır.Özellikle 1982 Anayasasının ikinci maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti; insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliÄŸine baÄŸlı, baÅŸlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir” ÅŸeklinde ifade edilen esaslar, anayasanın öteki maddeleri ve kanunlar hazırlanırken göz önünde bulundurulması zorunlu olan ilkeleri kapsamaktadır.Dolayısı ile yapılacak tüm düzenlemelerin bu esaslar çerçevesinde gerçekleÅŸtirilmesi gereÄŸi ortaya konulmuÅŸtur.Bu esaslar, ülkemizde hak ve özgürlüklerin kullanılma alanlarını belirlerken, devletin de vatandaÅŸa karşı inanç, düÅŸünce ya da tercihlerinden dolayı ayrım yapmasının önüne geçmeyi amaçlamaktadır.Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi baÄŸlamında, devletimizin temel niteliklerinin korunması ve herhangi bir inanç grubunun veya sınıfın ayrıcalıklı tutulmasının önüne geçilmesi için bu ilkelerin aynen devamını zorunlu kılmaktadır.
Bu üç madde, belirtilen tüm ilkeleri kapsayacak biçimde korunmalıdır. Bu ilkelerden verilecek en ufak bir taviz anayasanın ilkeler bütününü ortadan kaldıracağından, Türkiye Cumhuriyeti devletinin sonlanması veya rejimin deÄŸiÅŸmesi manasını taşıyacaktır.Bu bakımdan Türkiye Kamu-Sen’in, Devletin yönetim ÅŸekli, niteliÄŸi, dili, bayrağı, baÅŸkenti ve milli marşına karşı duyduÄŸu hassasiyet esas itibarı ile Türk milletinin bütün fertlerinin ortak duygusunu ifade etmektedir.Günümüzde salt belli bir ırktan gelmenin tek başına millet ya da millete mensubiyeti ifade etmeye yetmediÄŸi; aynı zamanda aralarında dil, din, tarih ve özellikle kültür birliÄŸinin var olduÄŸu insan topluluÄŸunun millet olarak kabul edildiÄŸi bilinmektedir.Bugün tartışılan “Anayasal VatandaÅŸlık” kavramından neyin kastedildiÄŸini ele almakta fayda vardır. Bu soruya farklı cevaplar verilmesine raÄŸmen, ortak bir noktada buluÅŸulmakta ve vatandaÅŸlar arasında “din, dil, ırk ve kültürel” farklılıkların olduÄŸu vurgusunun anayasada yer alması talep edilmektedir.Bu anlayışta olan bir kesime göre, dini ve ırki ayrılıklarımıza vurgu yapıldıktan sonra, vatandaÅŸlık bakımından herkese “Türkiyeli” denilmesinin daha çaÄŸdaÅŸ olacağı iddia edilmektedir.BaÅŸka bir kesim ise, çok kültürlü anayasal vatandaÅŸlık ve bu vatandaÅŸlık anlayışını yaÅŸama geçirmeyi tavsiye etmektedir.Yine baÅŸka bir kesim ise, birilerini memnun etmek için milli kimlik olan Türk kimliÄŸinin anayasada yer almaması, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denilerek nötr bir tanım yapılmasından yanadır.Anayasal vatandaÅŸlık kavramından bahsedenlerin hemen hepsi, Türkiye’de yaÅŸayan topluluÄŸun homojen bir yapıda olmadığı, yani bir “millet” olmadığı; farklı etnik, ırkî ya da kültürel özellikler taşıyan çok kültürlü bir yapı olduÄŸu ortak paydasında buluÅŸmaktadırlar.Bu anlayışta olanlara göre, Türkiye Cumhuriyeti, 36 ya da 47 farklı etnik ya da kültürel grubun bir araya gelerek oluÅŸturduÄŸu “mozaik”, ya da “çok kültürlü” bir devlettir.Çok kültürlülükten maksat, “Bir toplumu oluÅŸturan bireylerin ve grupların dil, din, ırk, tarih, coÄŸrafya açısından farklı kökenlerden gelmesidir.Dolayısıyla, bu farklı etnik yapıda olanlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin müÅŸterek sahipleridir.Bu düÅŸüncede olanlara göre, Türkiyeli üst kimliÄŸini benimseyince, asli kurucu unsur ortadan kalkıyor ve ülkede yaÅŸayan herkes üst kimlik olarak Türkiyeli oluyor.Yani, bu düÅŸünceye göre, farklı dil, din, ırk ya da kültürel özelliklere sahip insanlar tesadüfen bir araya gelerek Türkiye Cumhuriyetini kurmuÅŸ oluyorlar. Böyle bir yaklaşım, dünyanın hiçbir yerinde yoktur.Alman Anayasası'nı giriÅŸ metninde "Alman Halkı" ve "Almanlar" ifadesi ayrıca tanımlamaya gerek dahi görülmeksizin yer almaktadır.Benzer ÅŸekilde 1. maddeden baÅŸlayarak, Alman vatandaÅŸlarına yönelik kiÅŸisel haklar ve ödevlere iliÅŸkin maddelerde "Tüm Almanlar" ya da "Hiçbir Alman" ifadeleri yer almaktadır. GörüldüÄŸü gibi, Alman Anayasası "Almanya vatandaşı" deÄŸil, "Alman" demektedir.Ama bizim Anayasamız "Türkiye vatandaşı" deÄŸil de "Türk" dediÄŸi için ırkçılıkla suçlanmaktadır.Alman Anayasası'ndaki "Alman" ifadesi nasıl ki Alman ırkını deÄŸil, Alman vatandaÅŸlarını tanımlıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 66. maddesindeki "Türk" ifadesi de, Türk vatandaÅŸlığını tanımlamaktadır. Fransa Anayasasının giriÅŸi "Fransız Halkı’nın anayasal baÄŸlılığına vurgu yapmaktadır.Fransızcasında "Fransa halkı" deÄŸil "Fransız halkı" denmektedir. Dolayısıyla da Ä°ngilizce çevirisinde The people of France (Fransa halkı) deÄŸil, The French people (Fransız halkı) deniyor. Çünkü burada da "Fransız" ifadesi bir ırkı deÄŸil Fransa vatandaÅŸlığını anlatmak için kullanılmıştır.Anayasa metni içinde de "Fransız yurttaÅŸlar" (Örn: Madde–3), "Fransız halkı" (Örn: Madde–11, 72,3), "Fransız uyruklular" (Örn: Madde–24, 34) ifadeleri kullanılmakta, "Fransa" ifadesi yalnız coÄŸrafi ülke ve devleti tanımlamak için kullanılmaktadır.Görülüyor ki, anayasal metinlerdeki tanımlamalar açısından, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Fransız Anayasası arasında da bir fark bulunmamaktadır.1923’de Cumhuriyetin kuruluÅŸunda ya da günümüzde bu ülke toprakları üzerinde yaÅŸayan insanların tesadüfen bir araya gelmiÅŸ yığınlar olduÄŸunu kabul etmek, KurtuluÅŸ savaşı gibi, büyük bir savaşı vermiÅŸ ve bağımsızlığını kazanmış bu millete yapılacak en büyük hakaretlerden birisidir.Osmanlı Ä°mparatorluÄŸunun çok kültürlü yapısından, baÅŸka bir ifade ile ırk, dil, din ve kültürel farklılıkların olduÄŸu tebaa anlayışından, Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte farklılıkları bertaraf eden vatandaÅŸlık anlayışına geçilmiÅŸ ve ülkeye vatandaÅŸlık bağı ile baÄŸlı olanlar da eÅŸit statüde “Türk” olarak kabul edilmiÅŸtir.BaÅŸka bir ifade ile devletin kuruluÅŸ felsefesini oluÅŸturan kurucu irade, 1924 Anayasasının 88. maddesi ile ırkî özelliklerinden kesin ÅŸekilde sıyrılarak, millî devletin kuruluÅŸ felsefesini ve kurucuların bakış tarzını ifade eden bir vatandaÅŸlık tanımı yapmışlardır.Cumhuriyetin kuruluÅŸ felsefesindeki Türk milleti anlayışını büyük önder Mustafa Kemal Atatürk açık bir ÅŸekilde ortaya koymuÅŸtur.O’na göre, “bir harstan (kültürden) olan insanlardan mürekkep cemiyete millet denir” baÅŸka bir tanımlamasında da, “zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaÅŸamak hususunda müÅŸterek arzu ve muvafakatte samimi olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müÅŸterek olan insanların birleÅŸmesinden meydana gelen cemiyete millet namı verilir.”Tabii ki, "Her milletin teÅŸekkülünde etnolojik manadaki ırkın rolü vardır. Irk bir çeÅŸit mayadır”. Ancak, günümüzde milletin oluÅŸumunda “kültür” ün temel belirleyici etken olduÄŸu unutulmamalıdır.Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün veciz bir ÅŸekilde ifade ettiÄŸi gibi, millet kavramının özünde “müÅŸterek kültür” ön plana çıkmaktadır.Maalesef Cumhuriyetin kuruluÅŸundan günümüze kadar olan süreçte "millet" kavramının içeriÄŸinin boÅŸaltılması için yoÄŸun çabalar sarf edilmektedir. Anayasal vatandaÅŸlık tartışmalarının bu kapsamda deÄŸerlendirilmesi doÄŸru olacaktır.Bu bakımdan, “Anayasal vatandaÅŸlık” ya da “çok kültürlülük” veya “Türkiyelilik” kavramları, milli devlet olarak örgütlenmiÅŸ olan Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerinin deÄŸiÅŸtirilmesi teÅŸebbüsünden baÅŸka bir anlam taşımayacaktır.
KONCUK: DÄ°L BÄ°RLİĞİ TOPLUMU BÄ°RARADA TUTAN EN ÖNEMLÄ° UNSURDUR
1982 anayasasının üçüncü maddesindeki devletin dili Türkçedir yerine son zamanlarda malum çevrelerin ve etnik bölücülerin bile bu ifade yerine Resmi dili Türkçedir ifadesini tercih etmeleri boÅŸuna deÄŸildir.Çok büyük fark yokmuÅŸ, önemsiz bir deÄŸiÅŸiklikmiÅŸ gibi görünse de, devletin dili kavramı yerine resmi dil kavramının konulmasını isteyenlerin maksadı, ana dil gibi baÅŸka ayrımları gündeme getirmektir.Bu tip ayrımların ise toplumu ayrıştıracağı, dil ile baÅŸlayan bu ayrışmanın zamanla kültür, tarih gibi ortak baÅŸka deÄŸerler üzerinden devam edeceÄŸi muhakkaktır.Türkçe, Türkiye cumhuriyeti devletinin sadece resmi dili deÄŸildir. Aynı zamanda Türk vatandaÅŸlarının eÄŸitim ve öÄŸretim dilidir.Hiç durmadan dillendirilen anadilde eÄŸitim ve öÄŸretim, ülkenin üniter yapısına ve gerçeklere uygun deÄŸildir. Farklı dillerde eÄŸitim yapan ülkelerde yaÅŸanan sıkıntılar nazara alınmadan, bu yönde taleplerin dillendirilmesi iyi niyetle baÄŸdaÅŸmamaktadır.Böyle bir durumun devlet olma gereÄŸi ve idarenin bütünlüÄŸü ilkesi ile de çeliÅŸtiÄŸi ortadadır. Bundan maksat, ayrı millet olmak ayrı devlet kurmak için alt yapı hazırlanmasıdır.Avrupa Ä°nsan Hakları SözleÅŸmesine Ek Protokol’de yer alan düzenlemeyi de buna gerekçe göstermek mümkün olamaz.Çünkü Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi konuya iliÅŸkin kararlarında, “istediÄŸim dilde eÄŸitim yapmalıyım” gibi bir hakkın, SözleÅŸmeyle saÄŸlanmış bir hak olarak kabul edilemeyeceÄŸini bildirmektedir.ÖrneÄŸin, Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkeme’si “Belçika’da EÄŸitim Dili Davasında” verdiÄŸi kararda; “SözleÅŸmeci Devletin egemenlik yetkisi içinde bulunan kimseler Birinci Protokolün ikinci maddesine dayanarak kamu makamlarının belirli bir türde eÄŸitim sistemi kurmasını isteyemezler.Bu hüküm aslında devletlerin, dil sebebine dayanarak bir ayrımcılık yapmadan eÄŸitim hakkını güvence altına alma yükümlülüÄŸünü ortaya koymaktadır.Yine AÄ°HM Fransız Polinezya’sı Meclisine Tahiti Dilinde hitap etme yasağıyla ilgili Fransız vatandaşı Sabrina Birk-Levy’in baÅŸvurusunu kabul edilemez bulmuÅŸtur.Avrupa Ä°nsan Hakları SözleÅŸmesinin hiçbir maddesi bireye, idare ile iliÅŸkilerinde istediÄŸi dili kullanma hakkını tanımamaktadır.Ayrıca seçimle oluÅŸturulan parlamento veya diÄŸer meclislerin seçilmiÅŸ üyelerinin de istedikleri dili kullanmalarını güvence altına almamaktadır.Türkçe Dünyada en çok konuÅŸulan dillerden biridir. Türkiye’de Dünya dili olan Türkçe birleÅŸtirici ortak bir paydadır.Aksi bir eÄŸilim, çalışma hayatı dâhil birçok alanda fırsat eÅŸitsizliklerine sebep olabilir.ABD ve Ä°ngiltere’de Ä°ngilizcenin farklılıkları birleÅŸtirici, farklılıklar üstü özelliÄŸi vurgulanırken, Türkiye’de Türkçeye farklı bir anlayışla yaklaÅŸmak önemli bir çeliÅŸkidir.Bu bakımdan Devletin, Türkçemizin geliÅŸmesi ve Dünyada yaygınlaÅŸması için gereken tedbirleri alacağına iliÅŸkin bir düzenlemeye yer verilmelidir.
KONCUK: SOSYAL BARIÅž SOSYAL DEVLETLE SAÄžLANIR
Anayasaların toplumun bütününü ifade ettiÄŸi düÅŸünüldüÄŸünde; sosyal devlet ilkesinin anayasalarda yer almasının kaçınılmaz olduÄŸu açıktır.Sosyal barışın ve sosyal adaletin saÄŸlanması amacıyla devletin ekonomik hayata müdahalesinin meÅŸru olduÄŸu çeÅŸitli anayasalarda çeÅŸitli ÅŸe-erde ifade edilmiÅŸtir.Sosyal devlet piyasa ekonomisinin ve sanayileÅŸmenin getirdiÄŸi geliÅŸmelerle birlikte sosyal sorunların arttığı gelir ve servet eÅŸitsizliÄŸinin arttığı toplumlarda devletin sosyal tedbirler almasını içermektir.Bu sayede milli bütünleÅŸmede saÄŸlanmış olacaktır. Sosyal devlet ilkesinin gerçekleÅŸmesine yönelik hukuki yöntemler olarak ifade edilen;
KONCUK: ANAYASALARDA HAK VE ÖZGÜRLÜKLER MÜMKÜN OLDUÄžUNCA GENÄ°Åž TUTULMALI, TOPLUMUN HER KESÄ°MÄ°NÄ°N SESÄ°NE KULAK VERÄ°LMELÄ°DÄ°R
Anayasalar bakımından son derece öneme haiz baÅŸka bir konu ise; birey hak ve özgürlükleri ve kolektif özgürlüklerdir.Temel haklarla ilgili genel ve özel sınırlamalar kollektif hak ve özgürlüklere iliÅŸkin kayıtlamalar, toplantı gösteri ve yürüyüÅŸlerine iliÅŸkin sınırlamalar; durumun gerektirdiÄŸi düzeyde olmalı, ülkenin bölünmez bütünlüÄŸü dışındaki kesin sınırlamalar dışında, baÅŸkaca sınırlamalar getirilecekse; sınırlama yasa ile olmalıdır.Anayasa, toplumun tüm kesimlerinin taleplerini yansıtmalı, ayrı ayrı tamamının haklarını korumalıdır. Anayasa, memurların, iÅŸçilerin, çiftçilerin, tarım kesiminde çalışanların, iÅŸsizlerin, sendikaların, sendikasız çalıştırılanların, emeklilerin, dul ve yetimlerin, iÅŸverenlerin, kadınların, çocukların, engellilerin, öÄŸrencilerin, küçük esnafın, yargının, basın çalışanlarının, gazilerin ve bu ülke için canını vermiÅŸ ÅŸehit ailelerinin hassasiyetlerini yansıtmalıdır.Dolayısı ile bu kesimlerin tamamının tek tek görüÅŸlerinin alınması, taleplerine cevap verilmesi gerekmektedir.Ancak; ülkemizde kamu görevlileri ve kendilerinden doÄŸrudan etkilenenlerin sayısı dikkate alındığında, yapılacak bir anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸinde belirleyici gücün kamu görevlileri olacağı açıktır.Bu düÅŸünceler ışığında deÄŸerlendirildiÄŸinde, anayasaların birey hak ve özgürlüklerini mümkün olan en geniÅŸ anlamıyla belirlemesi, arzu edilen durumdur.
KONCUK: ANAYASADA SENDÄ°KAL HAKLAR TOPLU SÖZLEÅžME, GREV VE SÄ°YASETE KATILMA HAKKI OLARAK DEÄžERLENDÄ°RÄ°LMELÄ° VE MEMURLARA BU HAKLARIN TAMAMI SAÄžLANMALIDIR
VatandaÅŸların mali ve sosyal haklarının korunması, gözetilmesi ve ilerletilmesi noktasında da örgütlenme özgürlüÄŸü konusunda saÄŸlanacak haklar büyük önem arz etmektedir.Gözden GeçirilmiÅŸ Avrupa Sosyal Åžartı, Avrupa Ä°nsan Hakları SözleÅŸmesi ve Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO)’nün deÄŸiÅŸik sözleÅŸmeleri, iÅŸçi memur ayrımı yapılmaksızın, tüm çalışanlara toplu sözleÅŸme ve grev hakkı tanınmasını öngörmektedir.Toplu sözleÅŸme ve grev hakkı ILO nezdinde temel hak ve özgürlükler kapsamında deÄŸerlendirilmektedir.
Ülkemizde kamu görevlilerinin grev ve toplu sözleÅŸme hakkı ile ilgili sorun; Anayasanın 53. maddesinde ifadesini bulan toplu sözleÅŸme ve 54. maddesinde konu edilen grev hakkı ile ilgili düzenlemelerin, memurlar ve diÄŸer kamu görevlilerini kapsamamasından kaynaklanmaktadır.Memurların ekonomik, sosyal ve siyasal alandaki haklarının geliÅŸtirilmesi, menfaatlerinin korunması için toplu sözleÅŸme ve grev hakkını birlikte içeren, gerçek anlamda sendikal haklara ihtiyaç vardır.Memurun iÅŸ güvencesinin, bu hakların kullanılmasında herhangi bir engel teÅŸkil etmediÄŸi açıktır.Unutulmamalıdır ki; Anayasanın 90. maddesine göre, uluslar arası sözleÅŸme hükümleri Anayasanın üzerindedir.SözleÅŸme hükümlerinin taraf devletlerce hayata geçirilmesi de uluslar arası hukuk boyutunda bir zorunluluktur.2010 yılında kamu görevlilerine getirilen toplu sözleÅŸme hakkının, grev hakkı ile desteklenmemesi durumunda, ülkemizde gerçek anlamda sendikal özgürlükten söz edilmesi mümkün olmayacaktır. Bununla birlikte; toplu pazarlık sisteminin kurulması, tarafların eÅŸit statüde ve eÅŸit güçlerle pazarlık yapabilmesi, kamu görevlilerinin grev hakkından geçmektedir.Grev hakkının olmadığı bir yapılanma, yıllardır mücadele ettiÄŸimiz deÄŸerler adına eksik kalmaktadır. Bu bakımdan kamu görevlilerinin grev ve toplu sözleÅŸme hakkı anayasada açıkça tanımlanmalıdır.Temel hak ve özgürlükler baÄŸlamında; kadın erkek eÅŸitliÄŸini sosyal devlet ilkesini geliÅŸtirici çağın gerektirdiÄŸi düzenlemeler yapılmalıdır.Anayasalar özü itibariyle siyasi faaliyetleri taşımakta ve faaliyetin kapsam ve koÅŸullarını düzenlemektedirler. Dernek, sendika, kooperatif, vakıf, kamu kurumu niteliÄŸindeki meslek kuruluÅŸları gibi tüzel kiÅŸiliklere getirilen siyasi sınırlamalar demokratik katılımı ve siyasete katılım hakkını engelleyecektir. Daha geniÅŸ bir katılımın saÄŸlandığı siyaset; demokrasinin saÄŸlanmasında ana bir rol oynayacaktır.
KONCUK: ANAYASADA TOPLUMSAL KABUL HERÅžEYDEN ÖNCE GELMELÄ°DÄ°R
Sonuç olarak; anayasa deÄŸiÅŸiklikleri toplumsal ve siyasi bir gereksinimden kaynaklamalı, anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi toplumun her kesimince tartışıldıktan sonra hayata geçirilmelidir.1982 anayasası dönemin koÅŸullarına göre hazırlanmış ve sistematiÄŸi belirtilen ÅŸartlarda gerçekleÅŸtirilmiÅŸ bir anayasadır.Anayasa daha çok bireye karşı devleti korumak saiki ile normlarını ortaya koymuÅŸtur.Bu yüzden birçok konuyu ayrıntılı olarak düzenleme ihtiyacını kendinde görmüÅŸtür.Ancak mevcut anayasa, anayasaların bir felsefesi olması gerektiÄŸinden hareketle baÅŸlangıç kısmında anayasanın bütününü temsil eder ÅŸekilde kendini ifade etmiÅŸ, Türk devletinin var oluÅŸ amacı ilk dört maddeyi bütünleyecek ÅŸekilde vurgulanmıştır. 1982 Anayasanın düzenlendiÄŸi tarihten bu tarafa ülke gerçeklerinde bazı deÄŸiÅŸimlerin olduÄŸu, bu deÄŸiÅŸimlerin toplumsal gereksinimleri ortaya koyduÄŸu bir gerçektir.KuÅŸkusuz ki anayasalar deÄŸiÅŸmez metinler deÄŸildir. Ancak bu toplumsal gereksinimlerin anayasal düzenleme gerektirip gerektirmediÄŸi konusu çözüm açısından belirleyici rol oynayacaktır.Son yıllarda ülkemizde daha özgürlükçü, daha çaÄŸdaÅŸ bir Anayasaya konusunda toplumsal bir talep ortaya çıkmıştır. Ancak Anayasada yapılacak deÄŸiÅŸikliklerin toplumun bir kesiminin deÄŸil tamamının onayı ile katılımcı bir anlayış içinde gerçekleÅŸmesi de bir gerekliliktir.Aksi taktirde yapılacak düzenlemelerin bir Anayasa metninden çok dayatma haline gelme tehlikesi bulunmaktadır.
Toplumsal barış ve huzur; düzenlemelerde toplumun geniÅŸ kesimlerinin onayının alınması yoluyla gerçekleÅŸecektir.Toplumumuzun ihtiyacı olan düzenlemelerin gergin bir süreçte sürdürülmesi, toplumumuzu daha da gerecek ve olumsuz sonuçları uzun yıllar boyunca sürecektir.Nitekim, 1982 Anayasası yüzde 93’e yakın bir halk desteÄŸi ile kabul edilmiÅŸken, bugün hala tartışılıyor olması; hazırlandığı ve halkoyuna sunulduÄŸu dönemin ÅŸartlarından kaynaklanmaktadır.Bir anayasanın içeriÄŸi kadar yapılış usulü de önemlidir. EÄŸer anayasanın bir toplumsal sözleÅŸme niteliÄŸinde olması isteniyorsa, demokratik ve katılımcı bir usulle hazırlanması gerekir.Anayasanın olabildiÄŸince geniÅŸ katılımın saÄŸlandığı bir ortamda ÅŸe-enmesi meÅŸruiyetini artıracaktır.Anayasa yapımı sürecinde halkın bilgilendirilmesi ve bu sürece katılımının saÄŸlanması yapılacak olan anayasanın uzun ömürlü olması bakımından önemlidir.Halkın anayasa yapımı sürecine katılımını saÄŸlayacak objektif ve hakkaniyetli yöntem ve mekanizmalar geliÅŸtirilmelidir.Yasama organında oluÅŸturulan uzlaÅŸma komisyonunda üzerinde uzlaÅŸma saÄŸlanamayan konular daha sonraya bırakılarak, anayasa yapımı süreci daha başından sekteye uÄŸratılmamalıdır.Nihai anayasa metni mutlaka referanduma sunularak yürürlük kazanmalıdır.Yapılması planlanan her türlü deÄŸiÅŸiklik, daha fazla hak ve daha fazla özgürlük saÄŸlarsa, toplumsal desteÄŸini de artıracaktır.Yapılacak deÄŸiÅŸikliÄŸin en büyük destekle gerçekleÅŸtirilmesi, karşıt görüÅŸlerin de dikkate alınması ve deÄŸerlendirilmesiyle mümkündür. Aksi; demokrasimizin en önemli ve hayati kazanımlarından biri olması gereken müzakere ve uzlaÅŸma kültürünün yok sayılması demektir.
Unutulmamalıdır ki; 2010 yılındaki gibi evrensel kural haline gelmiÅŸ ve toplumun tüm kesimlerince kabul görmüÅŸ bazı olumlu maddelerin, iktidar mücadelesinde daha fazla güç elde etmek için pazarlık malzemesi yapılması; deÄŸiÅŸiklik giriÅŸiminin daha ilk aÅŸamada toplum vicdanında sorgulanmasına ve siyasi iradenin samimiyetinden ÅŸüphe duyulmasına neden olacaktır.