Türkiye Kamu-Sen Genel BaÅŸkanı Ä°smail Koncuk, "Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı"nın veriliÅŸinin 81
Türkiye Kamu-Sen Genel BaÅŸkanı Ä°smail Koncuk, "Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı"nın veriliÅŸinin 81. yılı dolayısıyla bir mesaj yayınladı.
Genel Başkan İsmail Koncuk mesajında;
5 Aralık 1934 tarihinde Türk kadınına, hakların en büyüÄŸü olan “Seçme ve Seçilme” hakkı tanınmıştır. Atatürk, Türk kadınının seçme ve seçilme hakkının verilmesinin ardından ÅŸöyle seslenmiÅŸtir: “Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasî hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiÅŸtir. ÇarÅŸaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medenî mevkiini salahiyetle iÅŸgal etmiÅŸ, iÅŸ hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiÅŸtir. Siyasî hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını, bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüÄŸünü elde etmiÅŸ bulunuyor. Medenî memleketlerin birçoÄŸunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salahiyet ve liyakatle kullanacaktır”
Kadına Fransa’da 1944, Japonya’da 1945, Ä°talya’da 1946, Arjantin ve Meksika’da 1946, Ä°sviçre’de ise 1971 yılında tam olarak seçme ve seçilme hakkına tanınmasına raÄŸmen; bundan tam 78 yıl önce Atatürk’ün bu sözleriyle ve medeni olarak addedilen pek çok ülkeden önce, seçme ve seçilme hakkı kazanan kadınlarımız, ne yazık ki bugün toplumda hak ettikleri deÄŸeri bulamıyorlar.
Kadına seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 81. yılını kutladığımız bugün milyonlarca kızımıza eÅŸlerini dahi seçme hakkı tanınmıyor. Aile içi ÅŸiddete, töre cinayetlerine kurban giden kadınlarımızın sayısı her yıl binleri bulurken, yönetim kademelerinde, sivil toplum örgütleri içerisinde, çalışma hayatında kadının adı neredeyse yok. Bu durum dahi birçok toplumdan daha önce seçme ve seçilme hakkı elde etmiÅŸ olan kadınlarımızın, 1934’ten bugüne kadar yaÅŸadığı ihmali ortaya koymaktadır. Bir ülkede, getirilen hukuki düzenlemelerin toplumsal yaÅŸama yansıması için toplumsal algının da bu yönde geliÅŸtirilmesi gerektiÄŸi gerçeÄŸiyle yüz yüzeyiz. Kadınların hukuki haklarını kullanması için yasal düzenlemelerle birlikte, hukuk kurallarını hayata geçirecek olan bireylerin de yeterli olgunluÄŸa eriÅŸmesi ve uygun toplumsal kültürün oluÅŸturulması gerekmektedir. Bu nedenle öncelik mutlaka, evrensel, eÅŸitlikçi bir toplumsal kültür oluÅŸturmak olmalıdır.
Bugün kadınlarımızın büyük çoÄŸunluÄŸu en temel insani haklarını dahi kullanmakta güçlüklerle karşılaÅŸmaktadırlar. Ne yazık ki, dünya bugün Atatürk gibi bir önderin özlemini çekmektedir. Atatürk, “Bizim sosyal toplumumuzun baÅŸarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiÄŸimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. YaÅŸamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken diÄŸer bir organı iÅŸlemezse o sosyal toplum felçlidir.” diyerek, kadının toplum içindeki önemini ortaya koymuÅŸtur.
Kadını ikinci plana iten toplumlar, kendisini ayakta tutacak dinamiklerden birini kaybettikleri için çökmeye mahkûmdur. “Ä°nsan topluluÄŸu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluÅŸur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı topraÄŸa baÄŸlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?” diyen Atatürk’ün izinden gideceksek, hayatın her noktasında kadınları yüceltmek zorundayız.
Bir zincirin gücü, en zayıf halkasının gücü kadardır. Kadın ne denli güçlü ise toplum da o denli güçlüdür. Kadınların en temel ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal, medeni haklardan mahrum bırakılması, küçük yaÅŸta evliliÄŸe zorlanması, çalışma haklarının elinden alınması kabul edilemez bir durum olarak, toplumların geri kalmasına ve çöküÅŸüne yol açacaktır.
Bugün, kadınlarımızı toplumsal hayattan soyutlamaya çalışan, aile içi ÅŸiddet uygulayarak adeta kadınları infaz eden, asılsız gerekçelerle kadınlarımıza ikinci sınıf vatandaÅŸ muamelesini layık gören, onların erdem ve deÄŸerini hala anlayamayan zihniyetlere karşı;
Aziziye Tabyası’nın Ermenilerin eline geçmesi üzerine, üç aylık bebeÄŸini emzirdikten sonra, “Seni bana Allah verdi. Ben de O’na emânet ediyorum.” diyerek, birkaç saat önce ÅŸehit düÅŸen aÄŸabeyinin tüfeÄŸini alıp, vatan savunmasına koÅŸan Nene Hatun;
OÄŸlu, kızı ve kardeÅŸinin de bulunduÄŸu 35 kiÅŸilik müfrezesiyle Sakarya ve BaÅŸkomutanlık Meydan Muharebesi’ne katılan, Afyon civarında Yunanlılara esir düÅŸen ve yine kendi çabalarıyla kurtulan, sonradan kendisine baÄŸlanan üsteÄŸmenlik maaşını Kızılay'a bağışlayan Kara Fatma lakaplı, Fatma Seher Erden;
Yunanlıların Ä°zmir’i iÅŸgal etmesi ile Milli Mücadele’ye katılan, Sakarya Savaşı’nda yaralanan ve tedavisinin ardından müfrezesine geri dönen, binbaşı AyÅŸe Hanım;
Temmuz 1920’de Fransızlara karşı harekete geçildiÄŸi sırada askerlerde bir duraksama olunca “Ben kadın olduÄŸum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” diyen, aynı muharebe sırasında ateÅŸ hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında ÅŸehit düÅŸen Tayyar Rahime;
Kendisinden bilgi almak isteyen Yunanlılara karşı direnirken düÅŸman tarafından Kavakönü Köyü’nde iÅŸkence yapılarak öldürülen ve ardından fırında yakılan, Nazife Kadın, birer abide olarak tarihin altın sayfalarında durmaktadır.
Bu düÅŸünceler ışığında Türk kadınının seçme ve seçilme hakkına kavuÅŸmasının 81. yılını kutlarken, baÅŸta ülkemiz olmak üzere dünyadaki tüm kadınların annelik sıfatıyla sahip oldukları kudsiyetin farkına varılmasını ve uÄŸradıkları her türlü haksızlığın son bularak, toplum içinde eÅŸit bireyler olarak yer almalarını diliyorum.
Ä°SMAÄ°L KONCUK
Türkiye Kamu-Sen Genel BaÅŸkanı