TÜRKİYE KAMU-SEN 12 YAÅžINDA
Türkiye'de kamu çalışanlarının sendikal haklarının kazanılmasında en büyük paya sahip kurum olan Türkiye Kamu-Sen, dün yapılan etkinliklerle kuruluÅŸunun 12" />
TÜRKİYE KAMU-SEN 12 YAÅžINDA
Türkiye'de kamu çalışanlarının sendikal haklarının kazanılmasında en büyük paya sahip kurum olan Türkiye Kamu-Sen, dün yapılan etkinliklerle kuruluÅŸunun 12
TÜRKİYE KAMU-SEN 12 YAÅžINDA
Türkiye'de kamu çalışanlarının sendikal haklarının kazanılmasında en büyük paya sahip kurum olan Türkiye Kamu-Sen, dün yapılan etkinliklerle kuruluÅŸunun 12. yıldönümünü kutladı. Ankara Dedeman Oteli'nde gerçekleÅŸtirilen etkinliklerde ilk olarak "AB Sürecinde, Uluslararası SözleÅŸmeler ve Ülkemizde Memur Sendikacılığı" paneli yapıldı. Daha sonra memur sendikacılığına katkıda bulunan medya mensuplarına ödül verildi.
Ankara Dedeman Oteli'nde gerçekleÅŸtirilen Türkiye Kamu-Sen'in kuruluÅŸunun 12. yıl dönümü etkinliklerinde ilk olarak "AB Sürecinde, Uluslararası SözleÅŸmeler ve Ülkemizde Memur Sendikacılığı Paneli" yapıldı. Panele gazeteci Emin Pazarcı baÅŸkanlık ederken, AKP Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi, CHP Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin, MHP Genel BaÅŸkan Yardımcısı Dr. Oktay Vural ve DSP'li eski Devlet Bakanı Masum Türker konuÅŸmacı olarak katıldı. Türkiye Kamu-Sen'in kuruluÅŸ yıldönümü etkinliklerine katılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BaÅŸesgioÄŸlu, bir konuÅŸma yaptı. Panelin açılışında bir konuÅŸma yapan Türkiye Kamu-Sen Genel BaÅŸkanı Bircan Akyıldız, mevcut sendikalar kanunundan ÅŸikayet ederek, "Kanun, bir taraftan sendikal örgütlenmeyi serbest bırakırken diÄŸer taraftan toplu pazarlık, dayanışma aidatı ve grev hakkı gibi sendikacılığın olmazsa olmaz unsurlarını yok saymaktadır" dedi. Elinde hiçbir silahı olmayan bir ordunun askerinin çok olmasının silahı çok olan bir orduya galip gelmesinin mümkün olmadığını belirten Akyıldız, "Ümidimiz; Türkiye'nin Avrupa BirliÄŸi içinde çalışanlarının en doÄŸal haklarını kısıtlayan tek ülke olarak kalmaması, demokratik ve ekonomik geliÅŸmesinin yanında, çalışan hakları açısında da dünyaya örnek teÅŸkil edecek seviyeye gelmesidir" diye konuÅŸtu.
AB Sürecinde Uluslar Arası SözleÅŸmeler Ve Ülkemizde Memur Sendikacılığı Panelinde Türkiye Kamu-Sen Genel BaÅŸkanı Sayın Bircan Akyıldız'ın yaptığı konuÅŸma metni ÅŸöyle:
Demokrasinin tüm kurumlarıyla hayata geçirildiÄŸi, çalışma barışının saÄŸlanmasıyla toplumsal uzlaşının üst düzeye çıktığı ülkelerde, toplumun huzur ve refahı büyük ölçüde saÄŸlanmış olur. Bu ülkelerde sivil toplum örgütlerinin etkin rolü, toplumsal taleplerin siyasi irade üzerinde demokratik bir baskı unsuru oluÅŸtururken hükümetlerin, toplumdan kopuk bir yönetim uygulamasını da engeller. Sosyal devlet ilkesinin benimsendiÄŸi ve sosyal politikaların uygulandığı ülkelerde, gelir dağılımı adil bir ÅŸekilde gerçekleÅŸmekte ve daha homojen, bir birine daha yakın sosyal bir yapı oluÅŸmaktadır.
Toplumsal deÄŸiÅŸimlerin, devletin eliyle deÄŸil gücünü toplumsal tabandan alan sivil kuruluÅŸların ağırlıklı etkisi ile gerçekleÅŸtiÄŸi; kararların topluma raÄŸmen deÄŸil ortak bir mutakabat ile alındığı demokrasiler, kuÅŸkusuz tüm dünyada arzu edilen yönetim ÅŸe-eridir.
Demokrasi bir anlamda, sınıflar arası çıkar mücadelelerinin kurallara baÄŸlandığı ve mücadele sonucunda çıkarların optimum bir dengede, makro bir bütünleÅŸmeye kavuÅŸtuÄŸu siyasal kalıp olarak anlaşıldığında, sendika (sivil toplum) hareketi ile demokrasinin karşılıklı birbirini besleyen iki unsur olduÄŸu açıkça ortaya çıkar. Bu iliÅŸki, sanayi çağı boyunca çok önemli dönüÅŸümler yaÅŸamış, iÅŸçi hareketi tarihi açısından en uzun ömürlü ve en köklü iliÅŸkiyi de ortaya koymaktadır.
Organize sendikal (sivil toplum) hareket, endüstri devrimiyle birlikte batı toplumlarında oluÅŸan sosyo-kültürel sistemlerin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Fransız ihtilali, kendisini hazırlayan pek çok geliÅŸmenin tezahürü olarak doÄŸmuÅŸ ve Batı Avrupa'da, hatta bütün dünyada ortaya koyduÄŸu fikirlerle büyük yankılar uyandırmış bir olgu olarak, sanayi toplumu sosyo-kültürel sisteminin en temel kabullerini, deÄŸerlerini, normlarını oluÅŸturmuÅŸtur.
İngiliz sanayi devrimi, üretim teknolojisinde saÄŸladığı büyük aÅŸama ile, olaÄŸanüstü bir üretim patlamasına kaynaklık etmiÅŸ, insanın nesnel dünya üzerindeki hakimiyetini perçinlemiÅŸ, insana yeni hayat alanları açarak nesnel gerçekliÄŸi en ileri düzeyde kullanma imkanı vermiÅŸtir.
Sanayi toplumu insanı, Fransız ihtilali ve İngiliz sanayi devrimi ile anlam ve araçların kazandığı yeni muhtevayı anlamlı bir sistem bütünlüÄŸü haline getirmeye çalışmış, büyük çalkantılar ve çatışmalar sonucu buna muvaffak olmuÅŸtur. Sanayi toplumu insan tipi, böyle bir bütünlük içinde anlam kazanmaya baÅŸlamıştır.
Batıda iÅŸçi hareketlerinin ortaya çıkmasına kaynaklık eden dönüÅŸümleri :
Sosyo-kültürel sistemin çözülmesi sonucu, anlamlarda ortaya çıkan deÄŸiÅŸme, ortaçaÄŸdaki hak anlayışının ortadan kalkması ve klasik liberalizmin ön plana çıkmaya baÅŸlaması ve bu anlayışın güvencesiz iÅŸçi kitlelerinin doÄŸuÅŸuna kaynaklık etmesi,
Üretimdeki büyük artışın meydana getirdiÄŸi paylaşım meselesi, büyük çapta iÅŸçilerin aleyhine, ancak sermaye sahiplerinin lehine oluÅŸan gelir dağılımı ve
Bütün bu nedenlerden dolayı ortaya çıkan kanlı çatışmalar, olarak ifade edebiliriz.
İşçilerin çok uzun çalışma süreleri (bazen 15-16 saat), çok kötü çalışma ÅŸartları, çok düÅŸük ücretler ile çalışmak zorunda kaldıkları ve fiziki varlığını devam ettirip ettirememek problemi ile karşı karşıya geldiÄŸi bu dönemde, klasik liberalizmin acımasızlığı, iÅŸçileri bir araya gelip teÅŸkilatlanma ve hak arama yoluna zorunlu olarak itmekteydi.
Çatışmalara ve mücadelelere bu kadar açık ve sistem bütünlüÄŸü kuramamış bir yığınlar toplumu durumundaki Batı Avrupa'da, iÅŸçi hareketinin ortaya çıkması ve kendi maddi-manevi varlığını meÅŸrulaÅŸtıracak kanalları zorlaması, kaçınılmaz görünüyordu.
Çalışan-çalıştıran farklılaÅŸmasının had safhada bulunduÄŸu bu geçiÅŸ toplumu, çoÄŸu zaman harplerin, haksızlığın, sosyal ve ahlaki gerileme ve sefaletin tahrip ettiÄŸi, tam anlamıyla bir kargaÅŸa ve yığınlar toplumuydu.
Tarih boyunca toplumların en büyük sorunu, toplum içinde yapılan üretimin ve gelirin paylaşımı olmuÅŸtur. Tarihsel süreç içinde, toplumsal çatışmanın konusu; kimi zaman toprak, kimi zaman ürün, kimi zaman deÄŸerli madenler olsa da çatışmanın nedeni olan, paylaşım sorunu hiç deÄŸiÅŸmemiÅŸtir.
19. yüzyılda yaÅŸanan endüstriyel geliÅŸmeler sonucunda, batıda büyük bir deÄŸiÅŸim yaÅŸanmış ve tarımsal üretimden sanayi üretimine, tarım toplumundan da sanayi toplumuna doÄŸru bir dönüÅŸüm olmuÅŸtur. Her deÄŸiÅŸim kendi içinde barındırdığı kaos ve çatışmaları beraberinde getirir. DoÄŸal olarak bu dönüÅŸüm de toplumsal çatışmaları doÄŸurmuÅŸtur. Batıda sendikal hareket, bu çatışma süreci içinde paylaşım ve yönetim sorununa çözüm getiren toplumsal bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Sendikacılık, sanayi devrimi denilen çok yönlü deÄŸiÅŸimin bir ürünü ve içinde doÄŸduÄŸu ve geliÅŸtiÄŸi toplumsal dinamiklerin bir sonucudur.
Endüstri devrimiyle birlikte batıda ağırlık kazanan liberal-kapitalist ekonomik sistemin toplumlar üzerindeki olumsuz etkilerini yok etmek ve toplumsal çatışmaları bitirerek sermaye sahipleri ile çalışanlar arasındaki iliÅŸkiyi düzenlemek ve adil bir gelir dağılımı saÄŸlamak için demokratik-sosyal devlet ilkesi benimsenmiÅŸtir. Aynı zamanda iÅŸçi ve iÅŸverenlerin taleplerini karşılıklı olarak birbirine iletmeleri, çalışanların üretimden daha fazla pay almaları ve çalışma koÅŸullarının iyileÅŸtirilmesi için verilen mücadeleler sonunda sendikalar geliÅŸmiÅŸ ve toplumun içindeki güç dengesi saÄŸlanmıştır. Endüstrinin geliÅŸmesiyle önem kazanan sermaye ve sermaye sahiplerinin hem sosyal refah devleti ilkesini benimseyen devletler hem de sendikalar vasıtasıyla mutlak güç haline gelmesi önlenmiÅŸtir. Sosyal barış, sistemin ürettiÄŸi kurumlar ve toplumsal deÄŸiÅŸim yoluyla saÄŸlanmıştır. Bu gün artık biliyoruz ki toplum sürekli kendini üreten, yenileyen aynı zamanda da her an deÄŸiÅŸen bir varlıktır. Toplumlar için deÄŸiÅŸim kaçınılmazdır. DeÄŸiÅŸime karşı kayıtsız kalan toplumlar, sonunda kendisiyle çatışmaya baÅŸlamaktadır.
19. yüzyılda ortaya çıkan toplumsal yapı da, geleneksel batı toplumunu dönüÅŸtürerek -çatışmalar yoluyla da olsa- kendi çözümünü üretmiÅŸtir. Sermayenin yükseliÅŸi karşısında oluÅŸan denge, sermaye- sosyal refah devleti- sendika (sivil toplum örgütü) üçlü sacayağını oluÅŸturmuÅŸtur. Modern toplumsal yapı, bu üç farklı gücün demokratik kurallar çerçevesinde birbiriyle çatışması ve durumu kendi lehine çevirme mücadelesi olarak kendi dengesini kurmuÅŸtur. Bu güç unsurlarının herhangi birinde oluÅŸacak yıpranma ve zaafiyet de büyük ve kanlı bir dönüÅŸüm süreci geçirmiÅŸ olan modern toplumun, yeniden bir kaosa girmesine neden olabilir.
Batıdaki bu bilinen tarihi tecrübeye karşılık, Türkiye'de sendikacılığın kendine özgü geliÅŸme macerası, geç sanayileÅŸme ve sorunlu modernleÅŸmenin oluÅŸturduÄŸu bir süreçte, farklı toplumsal, ekonomik ve siyasi geliÅŸmelerin tesirinde, kendine özgü bir yapılanmayı ortaya çıkarmıştır.
Batıda, doÄŸal tarihi mücadele sonunda ortaya çıkan sendikalar, demokrasinin tamamlayıcı ve destekleyici argümanı olarak, her türlü pazarlık hakkını ve gücünü de bünyesinde barındırmaktadır. Gelirin paylaşımı, karar alma sürecine etki ve yönetime katılma konusunda demokrasi sınırları içinde bir çok yaptırım gücünü donanmış olan batı sendikaları, muhataplarıyla pazarlık yapabilme ve taleplerini kabul ettirebilme gücüne sahiptir. Çünkü sistem, sendikalara ihtiyaç duydukları gücü elinde bulundurabilmesi için gerekli araçları vermiÅŸtir. Batıda ortaya çıkan demokrasi de varlığını, sivil topluma verdiÄŸi bu güce dayandırmaktadır.
Ne yazık ki son yıllarda görülmekte olan bazı geliÅŸmeler, büyük mücadeleler sonucunda kurulan demokratik dengenin bozulmaya çalışıldığını göstermektedir. Modern toplumlarda güç dengesini oluÅŸturan sermaye- devlet- toplum olgularının etki ve faaliyet alanları geçiÅŸ döneminde belirlenmiÅŸtir. Ancak son dönemde etkinliÄŸini giderek artıran sermaye, geniÅŸ pazar potansiyeli ve yüksek kar marjı nedeniyle faaliyet alanını devletin yüklenmiÅŸ olduÄŸu sosyal hizmetler sektörünü de kapsayacak ÅŸekilde geniÅŸletmek istemektedir.
İlkesi gereÄŸi sosyal olan devlet yapısı içinde, sermayenin talep ettiÄŸi bu hizmetler, aslında devlet tarafından ücretsiz olarak verilmektedir. Bu nedenle sermayenin öncelikli hedefi kendisine engel olarak gördüÄŸü sosyal devleti ortadan kaldırarak, ticari deÄŸeri olan her hizmeti bir bedel karşılığında topluma pazarlamaktır.
Sermaye, bir taraftan sosyal devletleri yok etmeye çalışırken, diÄŸer taraftan da güç dengesinin asli üyesi olan sendikaları yıpratarak; toplu pazarlık, grev, yönetime katılma hakkı gibi demokratik güç unsurlarını da çalışanların elinden almak istemektedir. Bu süreç; en basit sosyal gereksinimlerin bile para karşılığında temin edildiÄŸi, devletlerin sosyal ve ekonomik hayattan tamamen el çektirildiÄŸi, sendikaların gücünün ve etkinliÄŸinin yok edilmesi sonucunda, gelirin büyük kısmının sermaye sahiplerince elde edildiÄŸi bir sona doÄŸru gitmektedir.
Organizasyon ve denetim dışında hiçbir etkinliÄŸi kalmayan bir kurum haline gelen devlet ve her türlü güçle donanmış, gelir dağılımında en büyük pastayı alan sermaye sahiplerinin hakim olduÄŸu bir ortamda; hak ettiÄŸini alamayan, yönetimde söz sahibi olamayan ve yoksulluk içinde kıvranan bir toplum ve anti-demokratik bir yapı ortaya çıkacaktır. Bu da 19. yüzyılın kaos ve çatışma ortamına yeniden dönüÅŸ anlamına gelmektedir.
Ancak bu geliÅŸmeler, demokrasiyle sonradan tanışmış ve demokrasinin kurumlarını tam olarak oluÅŸturamamış ülkeler için çok daha büyük bir tehlike arz etmektedir. Batı, geçmiÅŸte yaÅŸadığı acı tecrübelerden ders alarak, bu sorunu görmüÅŸ; uzun ve zorlu bir süreç olan demokrasi dengesini koruyacak tedbirleri almıştır. Åžimdi bünyesine alacağı toplumların da bu dengeleri korumasını talep etmektedir.
Avrupa, tam demokrasinin ve toplumsal barışın öncelikle gelir dağılımındaki adaletin saÄŸlanması ve yoksulluÄŸun azaltılmasıyla yakalanacağı gerçeÄŸinden yola çıkarak, 18 Ekim 1961'de Avrupa Sosyal Åžartı'nı oluÅŸturmuÅŸtur. Daha sonra birlik ülkelerinin imzaladığı ve uymayı taahhüt ettiÄŸi anlaÅŸmalar ve kurduÄŸu kurumlarla Avrupa BirliÄŸi İstihdam ve Sosyal Politikası'nı belirlemiÅŸtir. Batının oluÅŸturduÄŸu bu politikalar ve kurumlar, batı demokrasisinin garanti altına alınmasını saÄŸlamıştır.
Türkiye'de ise nüfusun az, toprağın çok olduÄŸu cumhuriyetin ilk yıllarında yaÅŸanan büyük ekonomik geliÅŸme ve sanayileÅŸmenin ağırlıklı olarak devlet eliyle gerçekleÅŸtirilmesi, devlet kadrolarında nitelikli iÅŸgücü ihtiyacını doÄŸurmuÅŸtur. Devlet, iÅŸgücü açığını kapatabilmek için bünyesinde çalıştırdığı memurları geniÅŸ sosyal ve ekonomik haklarla donatmıştır.
İlk yıllarda, özel sektöre göre çok daha iyi ÅŸartlara sahip olan memurların sendikal talepleri bir gereklilik olarak ortaya çıkmamıştır. Ayrıca kuruluÅŸ yıllarında devletin varlığına karşı görülen bazı isyanların etkisiyle de dernek ve sendikal örgütlenmeler mümkün olduÄŸunca engellenmiÅŸtir. Ancak; demokratik açılımların bir gereÄŸi olarak ve özel sektörde çalışan iÅŸçilerin ekonomik durumlarının memurlarla dengelenmesi için, ilerleyen yıllarda özel sektörde sendikacılık kısmen örgütlenir ve geliÅŸirken, memur sendikacılığı sürekli yasaklanmıştır.
Özellikle iÅŸ piyasasında devletin oluÅŸturduÄŸu rekabet, özel sektörün geliÅŸmesi ve sendikaların olumlu etkileri sonucunda son yıllarda özel sektör çalışanları ile memurlar arasındaki fark, çalışanlar lehine geliÅŸirken memurlar, demokrasinin gereÄŸi olarak ortaya çıkan yönetime katılma hakkı, taleplerini yönetime iletme hakkı gibi en basit haklardan bile mahrum olarak çalışmak zorunda kalmışlardır. Daha sonra yaÅŸanan tüm olaylar, memurların aleyhine geliÅŸmiÅŸ ve artık sendikal hareket de memurlar için bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır.
Bir çok ülkede kamu hizmeti faaliyetlerinin kapsamının önemli ölçüde geniÅŸlemesi ve kamu mercileriyle kamu görevlilerinin örgütleri arasında saÄŸlam çalışma iliÅŸkilerinin gerekliliÄŸi üzerine Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Konferansı 64. toplantısında bazı kararlar almıştır.
Örgüt, üye devletlerin siyasi, sosyal ve ekonomik sistemlerin büyük ölçüde çeÅŸitliliÄŸini ve uygulamadaki farklılıkları gözönünde tutarak, uluslararası bir belgenin uygulama alanının belirlenmesinde ve bu belgeyle ilgili tanımların kabulünde bir çok ülkede kamu sektöründeki çalışmayla özel sektördeki çalışma arasında mevcut farklılıklar nedeniyle ortaya çıkan özel sorunları, 1949 tarihli Örgütlenme Hakkı ve Toplu Pazarlık Hakkına İliÅŸkin SözleÅŸme'nin ilgili hükümlerinin kamu görevlilerine uygulanması konusunda ortaya çıkan yorum güçlüklerini ve Uluslararası Çalışma Örgütü'nün kontrol organlarının bazı hükümetlerin bu hükümleri kamu görevlilerinin büyük bir kısmını bu sözleÅŸmenin uygulama alanının dışında bırakacak biçimde uyguladıklarını bir çok defa müÅŸahade etmiÅŸ olduklarını belirtmiÅŸtir.
Bu nedenle oturum gündeminin 5. maddesini oluÅŸturan "Kamu Hizmetinde Örgütlenme ÖzgürlüÄŸüne ve Kamu Kesiminde İstihdam KoÅŸullarını Belirleme Usulüne İliÅŸkin" çeÅŸitli önerilerin kabulüne karar verdikten sonra, bu önerilerin uluslararası bir sözleÅŸme biçimini almasına karar vererek, 1978 tarihli " Kamu Kesiminde Çalışma iliÅŸkileri SözleÅŸmesi" adını alan 151 No.lu sözleÅŸme'yi 27 Haziran 1978 tarihinde kabul etmiÅŸtir. Bu sözleÅŸme ile kamuda, sendikal örgütlenme ve toplu görüÅŸmeler yoluyla pazarlık yapabilme imkanı doÄŸmuÅŸtur. SözleÅŸme hükümlerine göre kamu görevlileri, çalıştırılmaları konusunda sendikalaÅŸma özgürlüÄŸüne halel getirecek her türlü ayrımcılığa karşı yeterli korumadan yararlanacaklardır.
Bugün tüm dünyada geliÅŸmekte olan demokratik hareket ve Türkiye'nin Avrupa BirliÄŸi açılımı sonucunda kabul ettiÄŸi demokratik normlar, toplumun tüm kesimlerinde demokrasinin yerleÅŸmesini ve örgütlenmesini öngörmektedir. Memur sendikacılığı da ülkemizde bu açılım sonucunda örgütlenme imkanlarını zorlamaktadır. ILO'nun 151 No.lu sözleÅŸmesinin ve Avrupa BirliÄŸi normlarının kabulü ile birlikte ülkemizde memur sendikacılığı, demokrasinin gereÄŸi olarak tüm modern sendikacılık donanımıyla birlikte var olmak zorundadır. Ülkemizde toplumun büyük bir kesimini oluÅŸturmasına raÄŸmen memurlar, yıllardan beri yönetime katılma hakkı olmayan, gelirin paylaşımını belirleyemeyen ve sonuç olarak geri plana itilen (yok sayılan) bir kesim haline gelmiÅŸtir. Bu da ülkemizdeki demokrasinin, uygulama açısından sorunlar yaÅŸadığını göstermektedir.
Avrupa Sosyal Åžartı, Avrupa BirliÄŸi İstihdam ve Sosyal Politikası ve ILO sözleÅŸmeleri Türkiye'yi memur sendikacılığının geliÅŸimi konusunda yükümlülük altına sokmaktadır. Avrupa BirliÄŸi Sosyal Politikası, sendikaları sosyal sorunların çözülmesi için en önemli sosyal ortak olarak görmektedir. Avrupa Sosyal Modeli sayesinde AB'de insanlar piyasa güçlerinin insafına bırakılmazlar. Bu insanlar, dünyadaki en güçlü sosyal güvence aÄŸlarının birinden faydalanmaktadırlar. Çünkü batı, ÅŸirketler arasındaki güçlü rekabetin ve üretkenliÄŸin büyüme için gerekliliÄŸi yanında, vatandaÅŸlar arasında dayanışmanın, istikrarlı bir toplumun ve refahın yaygın biçimde paylaşılmasını saÄŸlamanın eÅŸit ölçüde yaÅŸamsal olduÄŸuna inanmaktadır. Sosyal sorunların çözülmesi için de olabildiÄŸince çok sayıda oyuncunun birleÅŸik katkısını talep etmektedir. Bu nedenle Avrupa İstihdam ve Sosyal Politikası hem üye devletler ile birlikte hem de dernekler ve sivil toplum kuruluÅŸları ile iÅŸbirliÄŸi halinde uygulanmaktadır.
1990'ların ortalarında, Avrupa'daki iÅŸveren örgütleri ve sendikalar bir araya gelerek, Avrupa Sosyal Sivil Toplum KuruluÅŸları Platformu'nu kurmuÅŸlardır. 1997 yılında kabul edilen Amsterdam AntlaÅŸması ise sendikaları ve iÅŸ veren örgütlerini, ortak karar alıcılar konumuna getirmiÅŸtir. Öyle ki; sosyal ortaklar aralarında bir anlaÅŸma yaptıklarında, bu anlaÅŸmayı Avrupa hukukuna dönüÅŸtürülmek üzere Avrupa kurumlarına sunabilirler. Böylece iÅŸçi ve iÅŸveren örgütleri istihdam ve sosyal politikada daha büyük önem kazanmışlardır. Yönetim ortağı haline gelmiÅŸlerdir.
Avrupa Sosyal Åžartı ise "tüm çalışanların adil çalışma koÅŸullarına sahip olma hakkı vardır." diyerek tüm çalışanların çalışma koÅŸullarının düzenlenmesini ÅŸarta baÄŸlamıştır. Aynı zamanda "tüm çalışanların, kendileri ve ailelerine yeterli bir yaÅŸam düzeyi saÄŸlamak için adil bir ücret alma hakkı vardır." demektedir. Elbette ki yukarıda saydığımız bu koÅŸulların saÄŸlanabilmesi için de "tüm çalışanlar ve çalıştıranlar, toplu pazarlık hakkına sahiptir." diyerek iÅŸçi ve memur ayrımı yapmaksızın sendikalara ve toplu pazarlığa verdiÄŸi önemi vurgulamakta ve üye ülkeleri bu ÅŸartlara uymaya çağırmaktadır. Avrupa Sosyal Åžartı, çalışanların adil bir ücret alma, örgütlenme ve toplu pazarlık hakkı gibi çalışanlar açısından hayati önem taşıyan bir çok unsuru garanti altına almıştır.
Avrupa BirliÄŸi'ne tam üye olabilmek için önemli adımların atıldığı ÅŸu günlerde, ülkemiz kamu çalışanlarının da birlik ülkelerinde olduÄŸu gibi yönetime katılma, adil bir ücret alma, sendikalaÅŸma ve toplu pazarlık yapabilme gibi sosyal ve demokratik argümanlarla donatılması artık bir zorunluluk halini almıştır. Bu zorunluluk hem Türkiye'nin onayladığı sözleÅŸme ve kabul ettiÄŸi anlaÅŸmaların hem de demokrasinin bir gereÄŸi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaldı ki; hiçbir baÄŸlayıcı sözleÅŸme olmasa bile, günümüzde gelinen noktada Türk Milleti ve Türk Memuru böylesine erdemli uygulamaları fazlasıyla hak edecek vefayı yıllardır büyük bir sabır ve sükunet içinde göstermektedir. Avrupa'da kanlı çatışmalar yoluyla elde edilen bu haklar karşısında Türk Milleti büyük bir saÄŸduyu örneÄŸi göstererek gerekli adımların hükümetleri tarafından atılmasını ve toplu pazarlık masasına davet edilmeyi beklemektedirler.
Takdir edileceÄŸi gibi toplu pazarlık, sendikacılığın özü ve toplumsal paylaşım, yönetime katılma ve adil bir gelir dağılımı için sosyal tarafların demokratik mücadelesinin ana ÅŸartıdır. Pazarlık, anlamı gereÄŸi iki eÅŸit gücün farklı yaptırım argümanlarını kullanarak taleplerini karşı tarafa kabul ettirme çabası olarak yorumlanabilir. Taraflardan herhangi birinin diÄŸeri karşısında kullanabileceÄŸi gücünün olmaması, o tarafın pazarlık yapamaması anlamına gelecektir.
Avrupa BirliÄŸi'ne üye olmanın ön ÅŸartı olarak ileri sürülen ve bizim de kabul ettiÄŸimiz demokratik açılımlar çerçevesinde yürürlüÄŸe konulan 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu, memurların sendikal örgütlenmesi konusunda bazı kolaylıklar getirse de sendikacılığın ana unsuru olan yönetime katılma, grev ve toplu pazarlık konularında ideal yaklaşımla baÄŸdaÅŸmayan uygulamalara imkan tanımaktadır. Özellikle grev hakkının yasak olduÄŸu memur örgütlenmesi içinde, sendikacılığın ana unsuru olan toplu pazarlığın gerçekleÅŸmesi için güçlü olan siyasi iradeye karşı, memurlara bazı hakların tanınması hem sendikal hem de demokratik bir zorunluluktur. Toplu pazarlık sorununun çözümü, ILO'nun Türkiye tarafından da kabul edilen 151 No.lu SözleÅŸmesi gereÄŸi "... ortaya çıkan uyuÅŸmazlıkların çözümü... taraflar arasında görüÅŸme yoluyla veya ilgili tarafların güvenini saÄŸlayacak ÅŸekilde kurulan arabuluculuk, uzlaÅŸtırma veya tahkim gibi bağımsız ve tarafsız mekanizmalardan yararlanılarak araÅŸtırılacaktır." ÅŸartına uygun olarak, UzlaÅŸtırma Kurulu kararlarının baÄŸlayıcılığından geçmektedir. Mevcut haliyle ülkemizde memur sendikacılığının kaderi, tamamen siyasi iradenin ellerine bırakılmakta ve memurlarımız 19. yüzyıl Avrupa'sının geçiÅŸ toplumlarında bile görülmeyen bir aymazlık ve anti - demokratik yöntemin pençesinde yaÅŸam mücadelesi vermek zorunda bırakılmaktadırlar.
Türkiye, çalışma hayatının düzenlenmesi ve sendikal özgürlüklerin istenilen seviyeye getirilmesi amacıyla ILO tarafından benimsenen 87 No.lu Sendika ÖzgürlüÄŸü ve SendikalaÅŸma Hakkının Korunması, 98 No.lu Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı ve 151 No.lu Kamu Hizmetlerinde Çalışma İliÅŸkilerini düzenleyen sözleÅŸmeleri kabul ederek, bu sözleÅŸmelerin ÅŸartlarına uymayı taahhüt etmiÅŸtir. Ülkemizde kurulmuÅŸ olan memur sendikaları uluslar arası sözleÅŸmelerin kabul edilmesiyle elde edilen bu hakkı kullanarak örgütlenmiÅŸlerdir.
Biliyoruz ki; mevcut kanun memur sendikalarına hukuki zemin saÄŸlamak amacıyla hazırlanmıştır. Ancak; AB, ILO gibi uluslar arası örgütlerin yukarıda saydığımız normlarına uygun deÄŸildir. Türk memurunun yıllar boyunca verdiÄŸi demokratik mücadelenin bir tezahürü olarak ve uluslar arası sözleÅŸmelerden doÄŸan hakların kullanılması ve uygulanması için deÄŸil, sendikaların topluma zarar vereceÄŸi kaygısıyla ortaya çıkan bu kanun, sendikal anlamda eksik ve haksız uygulamalara açık bir yapı arz etmektedir. Kanun, bir taraftan sendikal örgütlenmeyi serbest bırakırken diÄŸer taraftan toplu pazarlık, dayanışma aidatı ve grev hakkı gibi sendikacılığın olmazsa olmaz unsurlarını yok saymaktadır.
Elinde hiçbir silahı olmayan bir ordunun askeri ne denli çok olursa olsun, her türlü savunma mekanizmalarını elinde bulunduran bir güç karşısında hiçbir ÅŸansı yoktur. Konuya çalışma hayatı ve sendikal hareket baÄŸlamında baktığımızda en temel demokratik hakların bile elde edilmesi yolunda Türk memurunun elinde hiçbir demokratik güç bulunmamaktadır. Memurların toplu görüÅŸmelerde elinin güçlendirilmesi için en azından UzlaÅŸtırma Kurulu kararlarına uyulmalıdır. Zaten ILO'nun 151 sayılı SözleÅŸmesi de bu mantıktan yola çıkarak, uzlaÅŸtırma kurulunu taraflar arasındaki uyuÅŸmazlıkların çözümü için bir alternatif olarak sunmaktadır. Gerçek anlamda toplu pazarlık yapılabilmesi için kurul kararlarının baÄŸlayıcı olması ÅŸarttır. Aksi takdirde kurula zaten gerek kalmamaktadır. Tarafların karşılıklı görüÅŸlerini birbirine ilettiÄŸi ve sonunda kararın siyasi iradenin keyfiyetine bırakıldığı bir sendikal örgütlenme sanırız dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiÅŸtir. Bu nedenle bazı güçlerin siyasi irade yerine gerçek hak sahiplerine verilmesi gerekmektedir.
Ancak; Avrupa BirliÄŸi'ne üyelik konusunda gayretlerin yoÄŸunlaÅŸtığı ÅŸu günlerde, memur sendikacılığının önünü açacak herhangi bir geliÅŸmenin olmamasını anlamakta güçlük çekmekteyiz.
4688 Sayılı Kanun'un 6 maddesinde düzenleme yapılmasını saÄŸlayan tasarının komisyon çalışmaları sırasında, bütün gayretlerimize ve iyi niyetimize raÄŸmen ne yazık ki; ülkemizde memur sendikacılığının geliÅŸmesi konusunda olumlu bir geliÅŸme kaydedilememiÅŸtir. Tasarı bütün ısrarlarımıza raÄŸmen arzu edilen ÅŸekline getirilmeden genel kurula sunulmuÅŸtur. Ama vakit geçmiÅŸ deÄŸildir. Söz konusu tasarının TBMM genel Kurulu'nda yapılacak görüÅŸmelerde yeniden gözden geçirilerek;
sendikalara üye olma ve sendika kurma konusunda getirilen yasakların kaldırılması,
sendika üyelerine toplu görüÅŸme ikramiyesi verilmesi ve
UzlaÅŸtırma Kurulu kararlarına uyulması konularında düzenleme yapılması mümkündür. Bu konuda sayın bakanlarımızı duyarlı olmaya davet ediyorum.
Ümidimiz; Türkiye'nin, Avrupa BirliÄŸi içinde çalışanların en doÄŸal haklarını kısıtlayan tek ülke olarak kalmaması ve demokratik ve ekonomik geliÅŸmesinin yanında, çalışan hakları açısından da dünyaya örnek teÅŸkil edecek seviyelere gelmesi yönündedir.
Demokrasinin erdemlerine ve gerekliliÄŸine inanmış olan bizler, gerçek anlamda demokrasinin, tüm çalışanların sendikal haklarının korunduÄŸu ve geliÅŸtirildiÄŸi bir ortamda saÄŸlanabileceÄŸi kanısındayız. Sendikal örgütlenmenin gerçek anlamda serbest olabilmesi, ancak hak sahiplerine gerekli gücün verilmesiyle mümkündür. Bu güç de memurlar açısından en azından UzlaÅŸtırma Kurulu kararlarının baÄŸlayıcılığıyla elde edilebilir. EÄŸer tüm karar mekanizması hükümetlerde olmaya devam edecekse, gelecekte ne UzlaÅŸtırma Kurulu'na ne de memur sendikalarına gerek kalacaktır. Çünkü mevcut uygulama iki kurumu da etkisiz kılmaktadır.
Konuya bu perspektiften bakıldığında, aslında örgütlenme özgürlüÄŸü saÄŸlanmış gibi görünen Türk Memur sendikacılığında, örgütlenme özgürlüÄŸü de bu haksız uygulamalarla sekteye uÄŸratılmaktadır. Bu aÅŸamada kamuda çalışanlar açısından demokrasiden söz etmek mümkün deÄŸildir. Memur sendikacılığı da mevcut haliyle batıya karşı oynanan demokrasi tiyatrosunun etkisiz bir figüranı olmaktan öteye geçememektedir. Oysa; Avrupa BirliÄŸi üyelik müzakerelerinin ön koÅŸulu olarak, toplumun tüm kesimlerinde demokrasinin tam olarak yerleÅŸmesini talep etmektedir.
Gelir dağılımının adil bir ÅŸekilde gerçekleÅŸtirilmesi, memurların yönetime katılımının saÄŸlanabilmesi ve demokrasinin hayatın her aÅŸamasına uygulanabilmesi için tek araç, sendikaların varlığı ve pazarlık gücüdür. Bu güce ve sendikalara vurulacak her türlü darbe, demokrasinin ve Avrupa BirliÄŸi üyeliÄŸinin önüne konulan büyük bir engel olarak, toplum vicdanını derinden yaralayacaktır.
Panelin sonunda katılımcılara hediyeleri takdim edildi.