Prof. Dr. Mümtaz Soysal net konuÅŸtu:   

Prof" />

TÜRKİYE KAMU-SEN
TÜRKİYE KAMU-SEN
TÜRKİYE KAMU-SEN
Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu
  • Anasayfa
  • Kurumsal
    • Türkiye Kamu-Sen
    • Yönetim Kurulumuz
    • İl Temsilcilerimiz
  • Haberler
    • Kamu-Sen
    • Ar-Ge
    • Kazanımlarımız
    • Genel Haberler
    • Sendikalardan
    • KVKK
  • Mevzuat
    • Kanunlar
    • Sendikal Mevzuat
    • Uluslararası SözleÅŸmeler
    • Yönetmelikler
    • Tüzük
  • ArÅŸiv
  • Sendikalarımız
    • Türk EÄŸitim Sen
    • Türk SaÄŸlık Sen
    • Türk Büro Sen
    • Türk Haber-Sen
    • Türk Yerel Hizmet Sen
    • Türk Kültür Sanat Sen
    • Türk İmar Sen
    • Türk. Tarım Orman Sen
    • Türk Ulaşım Sen
    • Türk Enerji Sen
    • Türk Diyanet-Vakıf Sen
  • Kamu-Sen TV
  • KVKK
  • İletiÅŸim
İlkeli, Kararlı ve Cesur Sendikacılığın Tek Adresi
Prof. Dr. Mümtaz Soysal net konuştu:
  1. Arşiv 07-04-2004 1665 TKS Basın Bürosu
Prof. Dr. Mümtaz Soysal net konuştu:
PaylaÅŸ twittle
  

Prof
  

Prof. Dr. Mümtaz Soysal net konuÅŸtu:

ZAFER DEĞİL FİYASKO

Burası, Kıbrıs Vakfı... Vaktiyle DışiÅŸleri Bakanlığı'nın da giriÅŸimiyle ama, Kıbrıs konusunda gönüllü çalışmak isteyenlerin katılımıyla kurulmuÅŸ bir vakıf. Bir süredir DışiÅŸleri Bakanlığı, burayla ilgisini kesti. Biz davaya inanmış kiÅŸiler olarak devam ediyoruz.
ZAFER Mİ, FİYASKO MU?
Son İsviçre toplantına Sayın DenktaÅŸ gitmediÄŸi için onunla birlikte Kıbrıs'ta kaldım. Ama İsviçre'deki görüÅŸmelerin her aÅŸamasını çok yakından izledik ve bu vesileyle söyleyeyim ki, İsviçre'deki toplantıda başında Sayın Talât'ın bulunduÄŸu delegasyon, belki oraya gelen bütün delegasyonlardan çok daha canla baÅŸla çalıştı, fakat, bugün "zafer" diye adlandırılan, ama aslında korkunç bir "fiyasko" olan sonucun ortaya çıkmasına engel olamadı.
GeldiÄŸiniz için teÅŸekkür ederim. Medyada, kanal, gazete ve köÅŸe sahiplerinin tutumlarından çok farklı olarak, onlara raÄŸmen burada söylenenleri habercilik olarak yansıtmaya çalışın. Bir halkın, bütün bir kamuoyunun aldatılmasına yönelik bir operasyonu, gerçek yönüyle sizlere yansıtmak üzere buradayım. Bunu bir an önce baÅŸka kurullar, baÅŸka kiÅŸiler daha fazla aldatılmadan yapmak istiyorum.
NEYE EVET, NEYE HAYIR?
Böyle bir olayı, "zafer" diye yansıtılan ve "zafer" olmayan bir olayı -aslında 9 bin sayfalık bir yazılı biçimi olan fakat ne yazık ki Türkçe olarak deÄŸil, Yunanca olarak da deÄŸil, İngilizce yazılmış bir olayı- gerçek yönleriyle yansıtmak da kolay deÄŸil.
Gerek yarın MGK'da, gerek öbür gün TBMM'de tartışılacak olan, Kıbrıs'ın iki yanında tartışılan, herkes birbirine anlattığında, henüz bu tartışan ve konuÅŸan kiÅŸilerin anadillerine bile çevrilmemiÅŸ -böylesine 9 bin sayfalık bir metni bu dillere çevirmek için dahi vakit yok- nerede kaldı ki, tartışılıp anlaşılsın. Yunanistan ve Türkiye'de milyonlarca; Kıbrıs'ın iki yanında yüz binlerce insanın kaderini çok yakından ilgilendiren, hakkında oy kullanacakları, sözünü ettiÄŸim ülkelerde bir kısmı meclisler olarak, bir kısmı da vatandaÅŸ olarak oy kullanacakları, bir olay.
Annan Planı'nın beÅŸincisi üzerinde tartışıyoruz ÅŸimdi ama, biliyorsunuz birinci plan ortaya çıktığı zaman biz Kıbrıs Türk tarafı olarak "bu plan özde yanlıştır., böyle bir ÅŸey olmaz demiÅŸtik", onun için ÅŸimdi yapacağım eleÅŸtiriler bu beÅŸinci metne iliÅŸkindir ama, aslında eleÅŸtirilmesi gereken planın özüdür.
ANLAÅžTIKLARI TEK ÅžEY ANLAÅžMADIKLARI
Fazla vaktimiz yok, fakat ÅŸu kadarını söyleyeyim; yıllardır süren bir anlaÅŸmazlıkta, birbirleriyle çarpışmış, yıllarca mücadele etmiÅŸ iki halkın anlaÅŸmazlığında henüz "anlaÅŸma" yoktur.
Yani o iki halk, kendi "temsilcileri" aracılığıyla anlaşmış değillerdir. Onların anavatanları da kendi temsilcileri aracılığıyla anlaşmış değillerdir.

Fakat ortada bir plan vardır. Bunun en büyük zayıflığı, boÅŸlukların -boÅŸluk denen ÅŸey aslında büyük, temel anlaÅŸmazlık noktalarıdır- bir kiÅŸi tarafından o bir kiÅŸinin de, yani genel sekreterin de bunu tam olarak, bildiÄŸini anladığını sanmıyorum- ya da onun yardımcısı olan birkaç kiÅŸi tarafından ve onların gerisindeki düzinelerle diplomat tarafından yazılmış olan bir metindir.
Özü yanlıştır, çünkü anlaÅŸma saÄŸlamadan, o halkların, doÄŸrudan doÄŸruya kaderlerini etkileyeceÄŸi halkların oyuna sunulmaktadır. Üstelik, onların da anlamaları saÄŸlanmadan halkoyuna sunulmaktadır.
Bu bakımdan bunun içindeki temel yanlışları -temel diyorum çünkü, özetinin özetini ancak 3 sayfaya sığdırabildim sizinle paylaÅŸmak istiyorum.
BOÅžLUKLAR DOLDU MU?
Planın kendisi bunun içinde... Yani, geçen gün İsviçre'de taraflara geceyarısı verilen planın metni bu, ama o verilen metinde de boÅŸ sayfalar var... Kısmen doldurulmuÅŸ, kısmen boÅŸ bırakılmış sayfalar var.
TARTIŞMASIZ HARİTA
Onlardan iki örnek göstermek isterim size. Bu, harita sayfasıdır; harita, yeni bir harita deÄŸildir, eski haritadır. Bu harita üzerinde, bu defa da tarafların bir müzakeresi olmamıştır. Daha önce çıkarılmış olan haritalardan biridir... Bir defasında iki harita olarak çıkmıştı biliyorsunuz, biri ucunda Karpaz'ta Rumlara verilmiÅŸ bir kanton bulunan bir haritaydı, bu "Karpaz'sız" dediÄŸimiz, o uçtan bir ÅŸey verilmeyen, ama baÅŸka yerlerinden daha fazla verilmiÅŸ olan bir haritadır...
Bu aÅŸamada, bunun üzerinde son iki ayı adada ve daha sonra İsviçre'de geçen süreçte tartışması dahi yapılmamıştır. Taraflar, ne veriyoruz, ne alıyoruz, onun üzerinde karşılıklı görüÅŸmüÅŸ deÄŸillerdir; BM, bu görevi de yapmamıştır. Bu konudaki tartıştırma ve anlaÅŸtırma görevini yapmamıştır. BM genel sekreteri, kendisine BM Güvenlik Konseyi'nce verilen yetkiyi de aÅŸmıştır.
Åžunu hemen söyleyeyim, ben ömrümde, başından beri bu iÅŸlerle uÄŸraÅŸan biri olarak, böyle bir hukuk olayı görmedim. Dünya tarihinde de bir benzerinin bulunduÄŸuna sanmıyorum.
İYİ NİYET Mİ, DAYATMA MI?
Genel sekretere verilen yetki, "iyi niyet" görevidir. "İyi niyet" görevi, tarafların tartışmasını, uzlaÅŸmasını saÄŸlamak için altyapı oluÅŸturmaktır. Bir araya gelmelerini ve buna destek olabilecek hizmetlerin saÄŸlanmasını gerçekleÅŸtirmeye yönelik bir görevdir.
Bunu çok çok aÅŸarak, "ben sadece iyi niyet görevi yapacağım" diyerek baÅŸladığı bir aÅŸamada, sonuçta taraflara 9.000 sayfalık bir paketin zorla kabul ettirilmesini saÄŸlamaya yönelmiÅŸtir.
SÖZDE ÇÖZÜM
Bunun için, bunun en büyük eksikliÄŸi bir "sözde çözüm" olmasıdır. Çözüm deÄŸil, "sözde çözüm"dür. Bu çözüm genellikle sanılanın ve Türkiye'ye resmi ağızlardan duyurulanların aksine iki eÅŸit "egemen" devlet arasında ve onların birbirini

tanıyarak "ben, seni meÅŸru sayıyorum", "sen de beni meÅŸru sayıyorsun" denerek, onların ortak rızası ile oluÅŸturulmuÅŸ bir çözüm deÄŸildir.
TANINMAMA
KKTC'nin egemen devlet olarak tanınmamışlığı devam etmektedir. Sanmayın ki, devlet oldu da böyle bir anlaÅŸmaya devlet olarak katılıyor; hayır, tanınmamışlığı devam etmektedir. Çünkü, deÄŸiÅŸik bir ad arkasında oluÅŸturulan, BirleÅŸik Kıbrıs Cumhuriyeti denen devlet görüntüsünün arkasında, bizim neredeyse 40 yıldır Kıbrıs Rum Yönetimi dediÄŸimiz Kıbrıs Cumhuriyeti'nin hukuken devamıdır.
Evet, görünürde bir bayrağı vardır, görünürde bir marşı vardır, sözleri olmayan insanların ancak "hım hım" diye söyleyecekleri bir marşı vardır. Madam Butterfly operasında bir "hım hım korosu" vardır, koristler ağızlarını açmazlar, "hım hım" diye müziÄŸe eÅŸlik ederler. Bu marÅŸ, böyle bir marÅŸtır.
Bu devletin parası, "Kıbrıs lirası" olarak kalacaktır.
Bu devletin içindeki insanlardan bir bölümüne, daha önceki devletlerden birinin, yani KKTC'nin, kendi yurttaÅŸlarına verdiÄŸi resmi tapular geçersiz sayılmıştır.
Dolayısıyla iki egemen devletin bir araya gelmeleri deÄŸil, birinden birine, kendisi AB'ye egemen devlet olarak katılım anlaÅŸması imzalamış, bu anlaÅŸmayı AB'nin birincil hukukunun, temel hukukunun parçası konumuna getirmiÅŸ Kıbrıs Cumhuriyeti'ne, kuzeydeki toprak parçasında bulunan yönetimin yamanmasıdır
Bir yamanma operasyonu ile karşı karşıyayız. Gerisi aldatmacadır.
AD, MARŞ, BAYRAK DEĞİŞTİRMEKLE DEVLET DEĞİŞİR Mİ?
Kıbrıs Cumhuriyeti ortadan kalkmamıştır; adı deÄŸiÅŸmiÅŸtir, bayrağı deÄŸiÅŸmiÅŸtir... Böyle örnekler dünya tarihinde çoktur, Afganistan vb gibi, yakın tarihte de çoktur; adını deÄŸiÅŸtirir, marşını deÄŸiÅŸtirir, hatta bayrağını deÄŸiÅŸtirir; ama, devlet ortadan kalkmaz... Ben Afganistan'da iki kere bayrak deÄŸiÅŸtirildiÄŸine gözlerimle tanık oldum. Bu operasyon, odur.
BİRİNCİL HUKUK
"Birincil hukuk", son aylarda, hatta haftalarda, sık sık duyduÄŸunuz bir sözdür ve bu Türkiye'nin "olmazsa olmazlar"ını başında sayarak İsviçre'ye gittiÄŸi ve gidenlerin "bu saÄŸlanmazsa, kabul etmeyiz" diyerek gittikleri bir kavramdır.
Nedir, birincil hukuk? AB bakımından, AB'nin kendi kuruluÅŸ anlaÅŸmasıyla (Roma AnlaÅŸması) ortaya koyduÄŸu, onun arkasından her katılan devletin katılırken müzakere ettiÄŸi, "ben, ÅŸunlar olursa katılıyorum" diyerek bir antlaÅŸma yaptığı, ek protokoller imzaladığı, birincil, yani temel hukuktur...
AB'nin henüz anayasası yok, yapılıyor; ama, temel anlaÅŸmaları var, bunların dışında bütün kurallar, AB'deki bütün iÅŸlemler, o birincil hukuka uygun olmak zorunda...
"Primary law" dedikleri, "öncül hukuk", isterseniz anayasaya benzetebilirsiniz, nasıl devletin içinde herÅŸey anayasaya uygun olmak zorundaysa kurallar bütünü olarak AB'de de öyledir.
Kıbrıs Rum yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak böyle bir andlaÅŸma yaptı...

Åžimdi KKTC'yi ona kattıkları zaman, KKTC'nin ister kendisi ayrı olarak girsin, ister böyle birleÅŸerek girsin, aslında yapılması gereken AB ile müzakere ederek girmesiydi, öyle yapmak gerekiyordu...
Ama, hayır, bu müzakere hiç olmadı, ÅŸu sırada gene olmuyor... Ama baÅŸka türlü bir müzakere sonucunda, BM'nin saÄŸladığı bir müzakere sonucunda, daha doÄŸrusu, müzakere sonucu da alınmadan böyle bir katılım olmaktadır.
Onun için Türkiye diyordu ki, "bunda da temel kurallar olsun, bir katılım protokolü olsun, öbürüyle birleÅŸtirilsin ve birlikte girmiÅŸ olsunlar"
İkisinin de razı oldukları kurallar ve istisnalar -burada istisnalar sözkonusu, çünkü, özel bir durum var: Mülkiyet bakımından, yerleÅŸim bakımından, egemenlik bakımından, nüfus bakımından, dünyayla iliÅŸkiler, garantiler, Türkiye'yle, Yunanistan'la ve İngiltere'yle iliÅŸkiler bakımından, birtakım istisnalar var- kalıcı olsun isteniyordu, bu saÄŸlanmamıştır. Müzakereler sırasında çok uÄŸraşılmıştır, AB vermemiÅŸtir; "size olsa olsa bir 'uyarlama senedi' veririz" demiÅŸlerdir.
"UYARLAMA SENEDİ"
Ne demek, "uyarlama senedi"? Birincil hukuk deÄŸil, ama birincil hukuka uydurabilmek için "AB Komisyonu olarak bizim çıkaracağımız", yani en yüksek yürütme ve karar organı olarak çıkaracağımız- bir metinle, "biz bunu saÄŸlarız" demiÅŸlerdir.
Oylamaya sunulacak olan metinde bu metin de yoktur. Yani "sağlarız" dedikleri metin de, bir uyarlama senedi dedikleri metin de yoktur.
Onun müsveddesi vardır (draft), taraflara bu sunulmuÅŸtur. 189. ila 194. sayfalar arasında 5 sayfalık bir metin. Bu sonuçta çözüm olduktan sonra, referandumda olumlu sonuç çıktıktan ve BirleÅŸik Kıbrıs Cumhuriyeti denen kuruluÅŸ ortaya çıktıktan sonra, AB Komisyonu'nun kabul edeceÄŸi bir metindir, o metin geçici olarak bunu saÄŸlamaktadır...
Bunu gerçekten saÄŸlayabilmesi için, tıpkı katılım anlaÅŸmalarında olduÄŸu gibi üye devletlerin hepsinin -bugün 15 devletin; 1 Mayıs'tan sonra da 25 devletin parlamentolarından geçmesi, kendileri de katılıyormuÅŸ gibi bunun bir birincil hukuk haline getirilmesi gerekecektir.
SÖZLÜ VAAT
Bu konuda, bunu "ÅŸimdilik saÄŸlayacağız" diyorlar; bunun "birincil hukuk" olmadığını da kabul ediyorlar, "ikincil hukuktur" diyorlar. Birincil hukuk haline gelmesi için, "sözlü vaad"de bulunulmuÅŸtur.
Devlet kurulduktan sonra, eÅŸbaÅŸkanların, bir Türk baÅŸkan ile bir Rum baÅŸkanın AB komisyonuna, "istisnaları birincil hukuk haline getirin" diye bir mektup yazmaları gerekecektir, bu paket içinde, o mektubun müsveddesi bulunmaktadır. Peki, böyle bir mektup yazıldığında olacak mıdır; acaba Yunanistan buna ne diyecektir?
Yunanistan, sözlü bir vaadde bulunmuÅŸ; "ben engel çıkarmam" demiÅŸtir, ama Yunanistan'ın da yazılı bir vaadi yoktur.

KAÄžITTAN ÅžATO?
N'olur birincil hukuk haline gelmezse? Geçici istisnalara daha yakından baktığınızda görebilirsiniz, çeÅŸitli konularda istisnalar konulmuÅŸtur. Yani AB'de herkes istediÄŸi yere gidip istediÄŸi iÅŸi yapabiliyor ama; burada Kıbrıs'ın özelliÄŸi dolayısıyla getirilen sınırlamalar vardır; ancak, onlar geçici olarak metinde bulunacaktır, ama bunların daimi kılınması, yani hep istisna olarak kalması ÅŸöyle dursun, geçici olarak kalmaları dahi mümkün deÄŸildir.
Çünkü, birincil hukuk durumuna getirilmedikleri zaman herhangi bir aÅŸamada, diyelim üç ay sonra birisi, Madam Loizidu bakımından Strasbourg'taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde olduÄŸu gibi, Lüksemburg'daki AB'nin Avrupa Adalet Divanı'nda dava açar ve bunları iptal ettirebilir.
Dolayısıyla zaten uzlaÅŸmadılar ama, "uzlaÅŸtık, anlaÅŸtık" dedikleri zaman dahi, birincil hukuka çevrilmemiÅŸse, on paralık deÄŸeri yoktur, bir dava ile yıkılabilir.
Kurduk, "zafer kazandık" dedikleri ÅŸato, böylesine kağıttan bir ÅŸatodur.
TÜRKİYE'NİN ACELESİ
Böyle olmaması için ne gerekirdi? Tekrar ediyorum, parlamentolarca, birincil hukuk haline getirilmesi gerekirdi.
"Bu çok uzun sürer, en az bir yıl sürer deniyor"sa, Türkiye'nin de "ben size bir yıl süre veriyorum, bunu saÄŸlayın göreyim, ondan sonra evet deriz" demesi gerekiyordu.
Ama Türkiye'nin bir yıl bekleme vakti yoktu, çünkü 1 Mayıs'ta böyle bir çözüm olsun istemekteydi. Çünkü Türkiye'yi yönetenler, 1 Mayıs'ta böyle bir çözüm olmazsa, kendilerine "tarih" verilmeyeceÄŸi inanandaydılar... Neyin tarihi? AB ile müzakereye baÅŸlama tarihi...
Ben de size açıkça söyleyeyim, hatta benim söylememe gerek yok, kendileri söylüyorlar, en az 10 yıl sürecek olan bir müzakerenin baÅŸlangıç tarihi, o da Aralık'ta verilecek, diyelim "2005 yılının ortasında baÅŸlarız" müzakereye diyecekler...
Nasıl, ne zaman baÅŸlayacağı; nasıl, ne zaman sonuçlanacağı bilinmeyen bir müzakerenin tarihi karşılığında, "havada" bir tarih karşılığında Türkiye, - biraz sonra söyleyeceÄŸim gibi- adanın kendi elinden ve kendi insanlarının, "soydaşımız", "yandaşımız", "kardeÅŸimiz" dediÄŸi insanların elinden çıkabileceÄŸi bir sonuca imza atmış olacaktır.
İşin acıklı yanı, havadan, uydurma bir ÅŸey için; çok somut bir yerin, yeryüzünde, bir kara parçası üzerine yerleÅŸmiÅŸ olan bir devletin yıkılmasıdır.
Türkiye'nin kendi baÅŸlatmadığı, ama kazandığı bir savaÅŸ sonucunda tazminat istemesi gerekirken, tam tersine, kendi eliyle bir devleti yıkması sözkonusudur.
YERİNDEN EDİLEN İNSANLARIN DURUMU
VereceÄŸim ikinci örnek, harita konusunda: Tartışılmamış, pazarlığı yapılmamış ama BM'ce çizilmiÅŸ bir olan harita...
İlk ağızda terkedilecek bölgelerin sarı, ondan sonrakilerin kırmızı sonra terkedileceklerin mavi olarak çizildiÄŸi bir harita... Her defasında bir yüzdesi terk edilerek ÅŸimdi yüzde 36 olan KKTC toprağı, sonuçta yüzde 28'e inmektedir; dolayısıyla KKTC toprağının yaklaşık beÅŸte biri terk edilmektedir.

Buralar, adanın kuzeyinde vaktiyle oturmuÅŸ olan 160.000 kiÅŸilik Rum nüfusun yerleÅŸimine ilk açılacak olan yerlerdir. Ama, bu yerleÅŸim sadece terk edilecek topraklara özgü kalmayacaktır, öbür kısımlara da mülkiyet dolayısıyla, yine aÅŸamalı olarak yüzde 6, yüzde 11, yüzde 18 gibi aÅŸamalarla yüzde 33'e kadar varan bir nüfus yerleÅŸecektir.
Sadece ÅŸu gösterdiÄŸim yerleri ilk terk edilecek bölgeleri, oraya yerleÅŸmiÅŸ olan Türkler boÅŸaltacaklar, tekrar göçmen olacaklar... Önceki hayatlarında, 1963-1974 arasında, yani harekatın baÅŸladığı tarihe kadar birkaç kere göçmen olmuÅŸ, zamanında adanın yüzde 3'üne sığınmış olanlar, tekrar göçmen olacaklar. Nereye gidecekler? Bir kısmı, adanın kendilerinde kalmış olan kısmında yerleÅŸmeye çalışacaktır. Bir kısmı "Allah belasını versin" diyerek, kendi topraklarını terk edip İngiltere'ye, Türkiye'ye gideceklerdir. Bunların bir yeniden yerleÅŸtirme sorunu vardır, planda o yerleÅŸtirmeye iliÅŸkin hiçbir ÅŸey yoktur.
Sadece ÅŸu vardır; bir barış kampanyası açılacak, birtakım kuruluÅŸlar ya da zengin ülkeler ya da Dünya Bankası oraya bağışta bulunacaklar, bir para birikecek, bu göçmen olacak insanlara, adanın kalan kısmında yerleÅŸim alanları açılarak evler yapılacak. Bunlar herhalde havuzlu villalar falan olmayacak, asgari standartlarla yapıldığı zaman dahi, bizim yaptırdığımız tahminlere göre en az en az dört milyar dolar gerekecektir, yerleÅŸimi saÄŸlamak için.-
Dört milyar dolar ortada yoktur.
ASKERİ DURUM
Kalan topraklardaki Türk askeri varlığı, -ÅŸimdiye kadar hiçbir zaman sayı açıklanmamıştır- lâf olsun diye oraya yerleÅŸtirilmiÅŸ deÄŸildir. Tehdit ölçümüne göre, askerin zaman zaman azalttığı, zaman zaman arttırdığı bir varlıktır, ortalama 35.000 kiÅŸilik, iki tümenden oluÅŸan bir kolordu sözkonusudur.
O, ilk andan itibaren 6.000'e inecektir. Üç yıl sonra 3.000'e inecektir; Türkiye AB'ye üye olduÄŸu zaman, 1960'taki rakama, temsili alay bile deÄŸil, 650 kiÅŸiye inecektir.
AB ÜYELİĞİ NE ZAMAN?
O konuda planın kullandığı ibare, Türkiye'nin AB ÅŸansı bakımından da bir fikir verebilir, çok ilginçtir. Planda, muhtelif yerlerde, muhtelif vesilelerle kullanılan bir ibaredir:
"Ondokuz yıl sonra, ya da Türkiye AB'ye üye olduÄŸu zaman, hangisi erken olursa..."
Yani Türkiye ondokuz yıldan önce AB'ye üye olursa, üye olduÄŸunda; olmamışsa ondokuz yıl sonra... Bu ibare AB'ye giriÅŸ ÅŸansımız için herhalde bize bir fikir veriyor, bir kliÅŸe olarak planda kullanılan ibare budur: "Ondokuz yıl sonra, ya da Türkiye AB'ye üye olduÄŸu zaman, hangisi erken olursa..."
İKİ KESİMLİLİK
İki kesimlilik, Türk tarafının İsviçre'ye giderken, "olmazsa olmazlarımızdan biri" dediÄŸi bir ilkedir, ama, tam anlamıyla saÄŸlanmış deÄŸildir, çünkü, sonuçta kuzeye bırakılmış olan topraklara gelecek olan Rum nüfus, Türk nüfusunun yüzde 33'üne kadar çıkabilecektir.

Kaldı ki, o yüzde 33'lük tavan, henüz birincil hukuk halinde deÄŸildir. Dolayısıyla davalarla kolayca yıkılabilir. Birincil hukuk haline geldiÄŸinde bile, oran yüzde 33 olacaktır.
Bu gelen Rum nüfus, yerel yönetimlere, aday ve seçmen olarak katılabilecektir. Yalnız federal seçim sözkonusuysa kuzeye yerleÅŸmiÅŸ olanlar, Rum toplumunun bir parçasıymış gibi oy kullanacaklar; kendi temsilcilerini seçeceklerdir
İki kesimlilik ancak bu oy kullanmada korunabilmektedir, bunun dışında yerleÅŸim dolayısıyla, yerel seçimlere katılım dolayısıyla, iki kesimlik büyük ölçüde delinmiÅŸ olmaktadır.
MÜLKİYET KONUSU
Mal-mülk konusu, ki orada yaÅŸayan insanlar bakımından ön önemli konudur önceki planlara göre basitleÅŸtirilmiÅŸ ve biraz kolaylaÅŸtırılmıştır. Ne anlamda? Türkiye'nin ve Türk tarafının başından beri savunduÄŸu formül olarak deÄŸil... Bizim savunduÄŸumuz ÅŸuydu; harekat sonrası orada, nüfus mübadelesi yapıldı. Bizim tarafımızdaki insanlara aÅŸağıda bıraktıkları mülkün karşılığı olarak tapular verildi; onlar, aÅŸağıda kaybettikleri yerin karşılığında, kuzeyde vaktiyle Rumların oturdukları yerlerde mülk sahibi oldular.
EÄŸer güneyde bırakılanlar burada edinilenler kadar deÄŸilse, yani Rumların mülkiyet hakkında koparılmış bir ÅŸey varsa, bir azalma, bir kayıp varsa, Türkiye ve Türk tarafı onu toptan tazmin edecek, Rum yönetimi de bunu, tapularına uygun olarak kendi vatandaÅŸlarına dağıtacaktı.
Bu hiçbir zaman Arman planlarına girmedi... Daha öncesinde BM tarafından kabul ediyordu, ama Strasbourg Mahkemesi'nin verdiÄŸi karardan sonra bu bozuldu. Plan'ın daha önceki metinlerinde çok çapraşık bir mülkiyet sistemi kurulmuÅŸtu, ÅŸimdi basite indirgendi. Åžöyle; herkes güneyde ve kuzeyde bıraktığı malın üçte birine sahip olacak, bu bakımdan herkesin hayatı büsbütün yıkılmayacak, hatta 10 yıldır oturuyorsa, satmamışsa, bir takım kolaylıklar gösterilecek vb...
Geri kalan üçte ikisi için yarısı faizli bono olarak, yarısı senet olarak kağıt verilecek, insanlar bu kağıtları satabilirler vb. Böylelikle mülkiyet hakkı saÄŸlanmış olacaktır.
DİKKAT!
Bu çözüm, adada bundan sonra çıkacak olan bütün olayların -ki, mutlaka çıkacaktır- baÅŸlangıç tohumudur. Çünkü insanlar, devletlerinin verdiÄŸi tapuya dayanarak oturdukları, içinde yeni insanların doÄŸduÄŸu evleri, öyle kolay kolay terk etmeyeceklerdir, bundan dolayı olaylar çıkabilecektir, bu çözüm doÄŸru bir çözüm olmaktan çok uzaktadır.
DEVLETİN YAPISI
Devletin yapısı, görünürde iki devletli gibi gözükmektedir; fakat devletler eÅŸit deÄŸildirler.
İki meclis vardır, federasyonlarda olduÄŸu gibi, Meclislerden biri nüfus esasına göre kurulacaktır, üçe yedi, iki buçuÄŸa yedi oranında temsille kurulacaktır.
Öbürü, "büyük zafer' diye söylenen "Senato'da eÅŸitlik saÄŸladık" denen 48 kiÅŸilik Senato'da, 24-24 temsil edilecekler.

Zannedersiniz ki, Türkler toptan "evet" derlerse, bu iÅŸ çözülmüÅŸ olacak; hayır, bir çoÄŸunluÄŸun oluÅŸabilmesi için onların çoÄŸunluÄŸu yetmeyecek; çoÄŸunluk, ancak Rumlardan üyelerin de katılımıyla oluÅŸacak. Ama, Rumlar da tek baÅŸlarına egemen olamayacaklar, onların sözlerini geçirebilmesi için Türk tarafının altı üyesinin, yani, dörtte birinin, o karara katılması gerekecektir. Türklerden dörtte biri Rumlara katılırsa, onların istediÄŸi olacaktır.
Meclis'te çoÄŸunluk Kumlarda olduÄŸuna ve oradan, birinci meclisten, tüm yasalar Rumların istediÄŸi gibi çıkacağına göre, ikinci meclisteki, Senato'daki bu yapı Türklerin hep birlikte isteyecekleri hiçbir yasanın bile çıkamaması demektir. Çünkü, bunun olabilmesi için, o yasanın Rum çoÄŸunluklu birinci Meclisten geçmesi gerekecektir.
TÜRKİYE'DEN GİDENLERİN DURUMU
Türkiye'den oraya gidip vatandaÅŸ olanlar ne olacaktır?
Onlar bakımından 45.000 kiÅŸilik bir sınır konmuÅŸtur. Oysa, miktar bunun çok çok üstündedir. Evlenme dolayısıyla vatandaÅŸlığa geçmiÅŸ olanlar vardır vb...
Hayır, bu sayıda kalacaktır, geri kalanlara, yeni hayat kurmak için kendilerine "insancıl tazminat" denen para verilip, yol gösterilecektir... Daha önce 10.000 eruo diye belirtilen bir miktar sözkonusu...
Bunun böyle olmasını saÄŸlamak için, Türk tarafı, referandumdan önce, 45.000 kiÅŸilik bir vatandaÅŸ listesi verecektir. Dünya tarihinde ilk kez bir devlet kendi vatandaÅŸlarının listesini; isim, doÄŸum yeri, yerleÅŸme tarihi vs diyerek bir liste vermek zorunda bırakılmaktadır. Bundan fazlası, vatandaÅŸ olduÄŸu halde yapılacak olan halk oylamasına katılmasın diye... Onlar çizilecektir; kim çizecek; BM...
Bir devlet, kendi vatandaÅŸlarının bir kısmını baÅŸkalarının "vatandaÅŸ deÄŸildir" demesine müsaade etmektedir. Bu da bir rekordur.
REFERANDUM METNİ
Asıl fecaat, halkoylamasına sunulacak metnin içinde, BM'nin yaptığı federal anayasa yanında kuzeyin ve güneyin oluÅŸturduÄŸu devletlerin bölgesel anayasalarını da BM'nin kendisi yapmış olarak halkın önüne götürecek olmasıdır.
KENDİ ANAYASASINI YAPAMAYAN HALK
Halklar kendi anayasalarını yapmış olmuyorlar, BM yapmış oluyor.
"Taslak verin" dediler, biz vermedik. Çünkü, bir devlet kendi anayasasını baÅŸkalarının yapmasına müsaade edemez. Biz, mevcut anayasayı verdik, "referandumda kabul çıkarsa, biz bunda o çözüme uygun olarak ÅŸu deÄŸiÅŸiklikleri yapmayı taahhüt ederiz" dedik...
"Biz size bir anayasa taslağı vermeyiz, kendi anayasamızı bizim yapmamız gerekir" dedikse de, kabul görmedi. Onlar birilerinin Kuzey Kıbrıs'ta parayla yaptırdığı bir anayasa taslağını "gazetelerden aldık" diyerek, el altından verilmiÅŸ olan bir anayasa taslağını üzerinde ne yaptılar bilmiyoruz henüz onu da görmedik referanduma götürüyorlar.
REKORLAR
Bununla da bitmiyor paket. Asıl, 9.000 sayfayı oluşturan temel yasalar var.

Temel yasalar denen aslında 140 yasa. Bazıları çok teknik yasalar, bazıları anayasal yasalar; mecliste oylama nasıl olacak vs onları ilgilendiren yasalar...
Onlardan birkaç örnek...
ÖrneÄŸin, yasama sürecine iliÅŸkin yasalar nasıl hazırlanacak, iç tüzük vs. Bir federal yasa taslağı, 35-36 sayfa.. Bunlar güya iki tarafın katıldığı teknik komitelerden geçti. Ama, teknik komitelerin önüne gelen taslaklar, aslında daha önce Rum tarafının AB katılım anlaÅŸmasını müzakere ederek oradan geçirdiÄŸi taslaklardı. Türk tarafı bunlarda deÄŸiÅŸiklik isteklerini parantez içinde koydu.
BM ise, yapması gereken ÅŸeyi yapmadan, bunları müzakere masasına getirip, "bakalım taraflar bunlarda uzlaşıyorlar mı" diye, asıl bunu gerçekleÅŸtirmeden, yine kendileri parantezleri açarak, yani yasaları eski haline sokarak önümüze koydular.
Önümüze de koymadılar, referanduma koyuyorlar...
Kuzey Kıbrıs halkı, binlerce sayfa tutan çapraşık ve hepsinin dili İngilizce olan yasalara oy vermiÅŸ olacak. Dünya tarihinde görülmüÅŸ bir ÅŸey deÄŸil...
Onun için zafer olarak ilan edilen, aslında böylesine bir rezalete razı olma biçiminde bir olaydır ve bence Guiness rekorlar kitabına girecek bir olaydır.
Bir devlet, KKTC böyle bir operasyonla kendi kendisini ortadan kaldırıp, bir baÅŸka devlete, adı deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ, bayrağı deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ, ama özü aynı kalan bir devlete yamanmaktadır.
Bu bir rekordur, ilk defa olmaktadır
Bir baÅŸka devlet, Türkiye Cumhuriyeti, kendisinin baÅŸlatmadığı bir savaşı kazanarak kendi eliyle kurtardığı topraklar üzerinde kurulan ve kendisince tanınan bir devletin yokedilmesine, KKTC'nin bu akıbete uÄŸramasına razı olmaktadır. Bu da baÅŸka bir rekordur.
Bu paket, yarın MGK'de tekrar görüÅŸülecek, öbür gün TBMM'de... Türkiye'nin bu referanduma razı olduÄŸuna dair birisi imza verecek.
Yalnız bu referanduma razı olmak deÄŸil, aynı zamanda bu referandumdan çıkacak sonuca göre bu pakedi garanti edeceÄŸine, Yunanistan ve İngiltere ile birlikte üç garantör devlet olarak, bu çözümü garanti edeceÄŸine dair meclisinden karar çıkarma, bir anlaÅŸmayı onaylama sözü verecektir.
Bu sözü kim, hangi, yetkiyle nasıl verecek o da bizim anayasa hukukumuz bakımından son derece büyük bir soru iÅŸaretidir,
Ortada henüz üzerinde uzlaşılmış, halklar tarafından kabul edilmiÅŸ bir metin de yok, ama siz Meclis'i toplayarak, "ben böyle bir referanduma razı oluyorum, garantör devlet olarak, sonuçta her iki taraftan da olumlu sonuç çıkarsa, bunu olduÄŸu gibi kabul edeceÄŸim, onaylamayı uygun bulma yasası çıkaracağım Meclis'ten, sonra cumhurbaÅŸkanı da onu onaylayacak, bunun sözünü bugünden veriyorum" diye ayın 7'sine kadar Türkiye adına imza atılacak. Böyle bir ÅŸey de bizim anayasa hukuku tarihimizde yok. Bu da bir baÅŸka rekor olacak; anayasa hukuku tarihimize geçecek bir ÅŸey olacak.
Çünkü buna benzer bir ÅŸeyi Türkiye, daha geçen yıl Lahey'de, o zaman 3. Annan planı için toplanmış olan konferansta, "hukukuma sığmaz" diyerek reddetmiÅŸti. Åžimdi, reddettiÄŸim kabul etmiÅŸ olacak... Onu da, günlük dilde baÅŸka ifade ile anlatmak istemiyorum, ne demek olduÄŸunu herkes anlayabilir...
Böylesine bir basın toplantısı görüntü gerisinde, tıpkı çözüm gerisinde çözüm olmayan, çözüm size sunulduÄŸu gibi, ben de bir anayasa dersi vermiÅŸ oldum, kusura

bakmayın. Ama bundan daha kolay özet çıkarabilmeniz için üç sayfalık bir metin hazırladık, o da sizlere dağıtılacak, sorunuz varsa buyurun
Soruluk bir şey kalmadığı kanaatindeyim, ama varsa...

SORULAR VE CEVAPLAR

- HerÅŸeyi izah ettiniz hocam...
MS - Ama, o kadar aÅŸikâr ki, izaha gerek göstermiyor. O kadar çok tekrarlandı bir zafer olarak, "aman ne kadar güzel" diye o kadar yazılıp çizildi ki, böylesine uzun konuÅŸmak ihtiyacını duydum. Çok teÅŸekkür ederim, burada bulunduÄŸunuz için... İnÅŸallah, bence haber deÄŸeri olan böyle bir basın toplantısı habercilik yapıyoruz diyen kanallarda ve gazetelerde yansır... Benden de selâm söyleyin haber müdürlerine... Soru varsa ya da kalmak isteyen arkadaÅŸ varsa ben buradayım, ama "nasıl olsa basmazlar, sonra da gitsek olur" diyorsanız o ayrı... filmlerinize, kalemlerine, kağıtlarınıza da yazık olmuÅŸ olabilir, ama mesleklerinize yazık olmaz, devam edin haberci olmak için...
Soru - Yazıyoruz, bizde çıkar.
MS - Hani, göle maya tutarsa derler ya...
Soru - Bunun için bakanlar kurulu kararından söz ediliyor...
MS - Yetmez, Meclis yetki verdi dese dahi yetmez, Meclisin böyle bir yetki vermeye yetkisi yok. Hükümet yetki istese de, Meclis kendi önüne ne gelirse gelsin onaylayacağım diye önceden söz veremez.
Soru - Kafam karıştı...
MS - Herkesin karışık.
Soru - Ben de bunu başından beri açıklığa kavuÅŸturmaya çalışıyorum. Meclis "ne çıkarsa çıksan onaylayacağım" diye mi, yoksa "referandum sonucunu muhakkak oylamaya sunacağım" diye mi taahhüt verecek; yoksa öbür türlü ciddi bir demokrasi meselesi var..
MS - Tabii, "oylamaya sunacağım" diyor ama, eÄŸer bunda bir deÄŸiÅŸiklik yapacaklarsa ki, plan onu kabul etmiyor, "olduÄŸu gibi kabul edeceksiniz" diyor, "ÅŸurasına, burasına itiraz edip, kabul etmediÄŸiniz zaman hepsi çöker" diyor. Ama Türkiye garanti verecek, yani onaylama deÄŸil, ben bunu "garanti ediyorum" diyecek. Garanti anlaÅŸmasına imza atacak.
Soru - Meclis'te "hayır" çıktı diyelim...
MS- "Garanti etmiyorum" demektir
Soru - O olabilir mi, o ihtimal hâlâ var mı?
MS - Olabilir, yani bir açık kapısı o... Ama böyle bir ÅŸeyi nasıl yapar, o ayrı mesele...
Soru - "Anayasa hukuku açısından saÄŸlanması güç görünüyor, bunu ben iç hukukuma uyduramıyorum, bunu saÄŸlayamıyorum" diyebilecek mi Türkiye?
MS - Demeye niyeti varsa, der, zaten demesi gerekirdi, ama niyeti baÅŸka...
Soru - Şimdiye kadar denmesi lazım değil miydi bunun?
MS - Davos'ta, "ne yaparsanız yapın, kabul ederim" sözü verilmiÅŸ, öyle anlaşılıyor.
Soru - Åžu saatten sonra "iç hukukuma uymuyor" denmesi pek de bir anlam ifade etmeyecek mi karşı taraflar için?
MS -O zaman; "madem öyle niye evet dedin, niye bu kadar insanı, bu kadar pahalı iÅŸlere, ta New Yorklara, oradan İsviçrelere yolladın?" derler.
Soru - Şimdi sıkışılacak bu noktada anlaşılan?

MS - Sıkışmıyorlar, sıkışmak için biraz utanmak lazım.
Soru - 24 Nisana iliÅŸkin herhangi bir öngörünüz var mı, öbür taraftan "hayır" çıkacağı söyleniyor?
MS - Öbür taraftan da "evet" çıkar. Biz, kuzey tarafından evet çıkmaması için çalışacağız... DenktaÅŸ, İsviçre'deki görüÅŸmelere onun için katılmadı... Çünkü biz başından beri inanmıyoruz buna, kampanya yapmaya çalışacağız, ama Türkiye, daha ÅŸimdiden söyledi; "evet" dedi, oraya nasıl yansır, bilinmez.
Soru - Başından beri Rum kesiminde hep "hayır" çıkacağı söyleniyor ama...
MS - Yok, o taktiktir... Rum tarafında egemen olan parti, Hristofyas'ın partisi AKEL (Komünist Partisi), Talât'la birlikte çalışan parti, onlar ÅŸimdilik, "olmadı, molmadı" falan diyorlarsa da...
Soru - "Bu kadar çok katkıda bulundukları bir ÅŸeyi niye reddetsinler" diye ikinci bir senaryo vardı başından beri...
MS -Tabii...
Soru - Papadopulos "imzalanamaz bu anlaÅŸma" deyince, İsviçre'de otelde, hem meclis baÅŸkanı, hem de AKEL'in genel sekreteri olan kiÅŸi "kendi adlarına konuÅŸsunlar, henüz böyle bir karar verilmedi" demiÅŸti.
MS - Onların Milli Konseyi var, Milli Konsey, sadece "imzalanmasın" kararı verdi. Ama yalnızca, "imzalanmasın" diye, sonrasında ne karar verecekleri henüz belli deÄŸil...
Soru - Planı, Kofi Annan doldurdu, bu konuda da bir sorun yaÅŸanmıştı, dörtlü müzakereler baÅŸlamadı, Annan ve De Soto çifti dedi ki, "zaten, dörtlü müzakere diye bir ÅŸey yoktu, biz onun için çağırmadık"... New York'ta "masaya oturacağız, o da olmazsa Annan'a bırakacağız" önerisini DenktaÅŸ getirmiÅŸti, Sayın DenktaÅŸ'ın getirdiÄŸi bir öneri deÄŸil mi?
MS - "Annan'a bırakacağız" demedi, orada 4'lü konferans olacaktı...-
Soru - 4'lüden sonra, Kofî Annan'a bırakılacak, herkes bunu böyle biliyor...
MS - DenktaÅŸ, 4'lü konferansta konular açılacak ve tartışılacak diye önerdi... BoÅŸluklar da böylesine kocaman bir uçurum boÅŸluÄŸu deÄŸil, birçok konuda anlaşılacak, bir-iki anlaşılmayan konuda tıkanmalar olacak, onları Annan tamamlar deniyordu, ama burada öylesine bir doldurulacak boÅŸluk söz konusu ki, hele yasalar bakımından...
Soru - Ama basına sunulan, basının söylediÄŸi, bizim bildiÄŸimiz, yanlışım belki o konuda ama, düzeltilmedi, "burada ne boÅŸluk olursa olsun, Annan dolduracak" dendi... "Burada bir iki boÅŸluk olursa, Annan dolduracak" denmedi...
MS - Onun anlamı ÅŸuydu, neden öyle; çünkü, New York'tan sonra 6 haftalık müzakere olacaktı, 6 haftalık teknik çalışmalar oldu, onların sonucunda, teknik çalışmalar sonucunda hiçbir müzakere yapılmadı... Uzmanların ortaya koydukları parantezli anlaÅŸmazlıklarla dolu yasaların müzakere masasına getirilmesi gerekiyordu, gelmedi...
Soru - Serdar DenktaÅŸ da oradaydı ve iÅŸin çözümü için uÄŸraşıyordu...
MS - Çok çalıştılar; ama, "çözüm" için çalışıldı!... Beni hayretler içinde bıraktı, bir devletin kendisini ortadan kaldıracak bir çalışmayı bu kadar ÅŸevkle ve heyecanla yapması... Gece gündüz, yüzlerce kiÅŸi çalıştı, Türkiye'den uzmanlar getirildi, hepsi bunlar üzerinde çalıştılar, "parantez koyarak itiraz ediyoruz" dediler. Ama, bunların normal olarak müzakere masasına getirilmesi gerekiyordu... Müzakere

heyeti arasında, DenktaÅŸ ile Papadopulos arasında tek anlaÅŸma, "bu iÅŸ olmamıştır, biz bunu daha müzakere etmeye dahi vakit bulamadık, çünkü önümüze bunlar geldi" dir.
Soru - Uzlaşmaya varamadığımız konusunda mı uzlaşıyoruz?
MS - Birbirilerine "Ben de katılıyorum" dediler. Karşılıklı olarak uzlaÅŸmaya varamadıklarını, bırakın uzlaÅŸmayı, uzlaÅŸma için gerekli müzakereyi yapamadıklarını ikisi de kabul ettiler. Bunun sonrasında DenktaÅŸ orada Rumların da neredeyse alkışlayacakları -tabii, bu görüÅŸmelerde alkış olmaz- sonuçta, gelip tebrik ettikleri, "biz de katılıyoruz" dedikleri bir konuÅŸma yaptı:
DenktaÅŸ,"yaptıklanmzdan mutlu musunuz" gibi, "siz utanmıyor musunuz" gibi -"utanmıyor musunuz" lafını aynen kullanmadı ama- yani, "düÅŸünmüyor musunuz ki, siz burayı çözdük diye önümüze bir ÅŸey koyup gideceksiniz, ama öyle bir ÅŸey bırakıyorsunuz ki, sonuçta burası kana bulanıyor... Çözdük diye Kosova'yı, Bosna'yı bırakıp gittiniz, oraları görüyorsunuz, siz gitmiÅŸ olacaksınız, ama bu olaylarla biz karşı karşıya kalacağız, ÅŸu masanın etrafındaki iki taraf karşı karşıya kalacağız, o zaman vicdanınız sızlamayacak mı, siz bunu niçin yapıyorsunuz, siz bunu mesleki baÅŸarı, Nobel vs deniyor ya, belki onlar için yapıyorsunuzdur, ama bunun yükü bizim üzerimize, vebali sizin üzerine kalacak" diye konuÅŸtu.
Rum tarafından birisi kalktı, geldi DenktaÅŸ'a "çok güzel bir konuÅŸma yaptınız" dedi...
Benim karşımda oturan eski Dublin büyükelçisiydi, Lahey'de daha önce bir yemekte görüÅŸmüÅŸtük, kalktı bana geldi; "1960'ta yine baÅŸkalarının yaptığı bir çözümü kabul etmiÅŸtik, üç senede çöktü, bu ÅŸimdi de daha beteri, tepeden kabul ettiriliyor, kaç yıl sürecek?" dedi...
Dolayısıyla Kıbrıs'ta çok feci bir yakın tarihin temelleri atılmış oldu. Ondan sonra burada "çözdük" falan diye, bir sürü köÅŸe yazarı hava atıyor...
Buraya konulmuÅŸ olan ÅŸeylerden biri ÅŸu: İmzayı devlet baÅŸkanları olarak atmıyorlar; toplum lideri olmayacak, ama eÄŸer devlet kurulacaksa, sürecin başında geçici bir dönem var, taraflardan birer kiÅŸi onar ay süreyle baÅŸkanlık edecekler, "ÅŸimdiki devlet baÅŸkanı olmazsa yerine baÅŸka biri" diye yazılı madde var.... DenktaÅŸ da Talât'ı tebrik etti, "yerini ÅŸimdiden saÄŸlamlaÅŸtırmışsın" diye; planda yer alıyor, son sayfalarında...
Soru - Referandumdan sonra Rumlar anlaşmalara uymazsa, bir yaptırım var mı? BM ne yapacak, AB ne yapacak?
MS - Bir ÅŸey yok... Olsa olsa BM bir Güvenlik Konseyi kararı çıkarır; geçmiÅŸte olduÄŸu gibi iki taraf da dinlemez... AB, Rumlara bir ÅŸey yapamaz, çünkü AB'de bütün kararlar oybirliÄŸi ile çıkıyor, daima iki muhalif çıkacak; Rumlar ve Yunanistan... Bize karşı da bir ÅŸey yapamazlar, çünkü kimse oÄŸlunu baÅŸkası için savaÅŸa yollamıyor... BM barış gücü, ÅŸimdi 2 bin kiÅŸilik, 7 bine çıkarılıyor, elindeki fazla olmayan güç hayli arttırılmış olarak.
Aklıma gelmiÅŸken ÅŸunu söyleyeyim: Barış Gücü, geçiÅŸ dönemi için yetkili kılınıyor. Yani, diyelim ki ilk bir buçuk yıl içinde öbür tarafa bırakılacak olan topraklardaki bizim insanlarımız "burası benim, ben burayı bırakmam, geleni vururum" diyor, onlar çıkmıyorsa, bu tabir de kullanıldı BM'ce, "biz kapıyı kırıp zorla güç kullanacağız" dediler. "Enforcement" dedikleri zorlama gücünü kullanacak.... Åžimdiye kadarki, "monitoring" olayları izlemek, gereken tedbirleri almak için taraflarla iÅŸbirliÄŸi yapmaktı. Bizim savunduÄŸumuz "bu dönemde bile


zorlama, infaz gücünü biz muhafaza edelim, kendi vatandaşımızı çıkarırız" diyorduk; "hayır" dediler, "size güvenmiyoruz" dolayısıyla bizim bırakacağımız yerlerdeki topraklar 1 Mayıstan itibaren -haritadaki sarı renkli topraklar- Rum toprağı sayılacak; fakat yönetimi bizde olacak... Bizi vandallıkla suçlayarak, "siz kapıları, pencereleri kırar öyle girersiniz onun için siz yönetin, yönetim sorumluluÄŸu sizde olsun" dediler... Tamam peki, "sorumluluk bizde olsun, ama bizim polisimiz olsun" dedik, hayır onu BM yapsın... Yönetim bizde, uygulama gücü BM'de, hukuken de Rum toprağı...
Soru - Ucube gibi bir ÅŸey oldu...
MS - Tabi her tarafı ucube, her tarafı böyle, neresi tutsanız elinizde kalıyor... Onun için, kötü anlamda "mükemmel" bir ÅŸey... Hiçbir ÅŸey ihmal edilmemiÅŸ... Her ÅŸey var, deniz hukuku filan... Başından beri olmazlardan biri ÅŸuydu... Kuzey Kıbrıs'taki sahil ÅŸeridi kısalmayacaktı. Onun için Karpas'ın ucundan bir ÅŸey verilmedi, bu defe Batıda en güzel yerler, YeÅŸilırmak ki, güzel mevye yetiÅŸen topraklardır, o YeÅŸilırmak ki, bütün o olaylar sırasında, kendisini bütün bunlara karşı muhafaza etmiÅŸ, savaÅŸmış ve iÅŸgal ettirmemiÅŸ olan bir yerdir- onlar bırakılıyor; birkaç portakal bahçesi dışında Güzelyurt'un çok büyük bir kısmı bırakılıyor... Lefke ki, Osmanlı kasabası, asıl müslüman kasabası, oraya geçiÅŸ bunların içinden bir ÅŸeritle mümkün oluyor; bir yerde onlar bizim üstümüzden geçiyorlar... DoÄŸuda Magosa'ya giden yeni asfalt yol var, onun güneyinde biraz toprak bize bırakılıyor, havaalanı terminali bizde kalıyor, ama o acayip haritada görüldüÄŸü gibi ÅŸeritler biçiminde, onun kuzeyine de bir yerde geçiyorlar. Pirhan köyü var ki, orada asker konuÅŸlanmış durumda, orası da eskiden Rum köyüymüÅŸ, o da onlara bırakılıyor, yolun üstünden nasıl geçecekler, onun için "köprü" yapacağız diyorlar, bizim askerimizin o yolun güneyine geçmesi yasak... Dolayısıyla o yolda sürekli BM devriyesi gezecek, böyle iç içe girmiÅŸ bir ÅŸey.... Kuzeyde bir Maronit köyü var, Sadrazamköy yakınlarında, haritada mavi nokta olarak gösteriliyor, o özerk kanton olacak, Katolik Rumların kantonu, onlar bizim içimizde kanton olarak duracaklar, bizim güneyde Beyarmudu köyü kalacak... İngilizler kendi arazilerinden iki tarafa da biraz toprak veriyorlar, oraya gitmek için İngiliz arazisinden geçilecek vs.
Soru - Daha imzalanmadan, 24'ünden önce birbirine girmeye adaylar diyorsunuz...
MS - Bu çözmekse, ben de çözerim... Halbuki bıraksalardı, kapıları açtıktan sonra, daha normal iliÅŸkiler kurulacaktı, bizim eskiden beri savunduÄŸumuz oydu, ticaret vs yoluyla ile insanlar "demek ki, birlikte birbirini kesmeden yanyana yaÅŸanabiliyormuÅŸ" diyecekti; basit birtakım eÅŸgüdüm mekanizmaları kuralım, bugün güvenmiyoruz ama, güvenmeye baÅŸlamışsak, ya kendiliÄŸinden güven geliÅŸir ya da buna razı oluruz böyle kalır, karşılıklı saldırmazlık, barış anlaÅŸması yaparız vs... Aslında bizim en saÄŸlam durmamız gereken, 1998 AÄŸustosunda yapılmış olan konfederasyon önerisiydi. Toprak verecektik, çok basit bir konfederasyon yapısı kurulacaktı ve ondan sonra bakılacaktı... Uzlaşılıyorsa, daha da geliÅŸir. diye önermiÅŸtik, kabul etmediler, BM de, Rumlar da... Çok sıkıştırıldık, ama niye? Åžimdi, Türkiye daha çok sıkıştırdı. "1 Mayısa yetiÅŸtireceÄŸiz de, Avrupalı olacağız" diye, böyle bir Avrupalı olduk iÅŸte; yine Türk imajına uygun olarak "kanlı Avrupalı" oluyoruz.

Soru - BaÅŸbakanın İsviçre'ye hareketinden önce havaalanında, "olmazsa olmaz dediÄŸimiz "derogation"lar vardır, birincil hukuk haline getirilmelidir, son derece önemlidir, sözlü bir vaadi kabul etmeyiz, yazılı metin haline gelmelidir" dedi, ve "eÄŸer bu böyle olmazsa, sonuçlan çok kötü olur" dedi. "Çok ısrarlı olduÄŸumuz" dediÄŸi konularda İsviçre görüÅŸmelerinden sonra bakıyoruz ki, gelinen noktada inkar vaziyeti, sözler boÅŸta kalıyor ayakları yere basmıyor...
MS - Israr edebilsinler diye, ellerine delil de yolladık, mahkeme kararları yolladık, "Kıbrıs'ın katılım anlaÅŸmasının eki olan 10. protokol de birincil hukuk kaynağıdır ancak, konseyin alacağı daha sonra bir karar "uyarlama senedi" gibi ikincil hukuk kaynağıdır, birincil hukukla çeliÅŸtiÄŸi sürece iptale konu edilir, dolayısıyla uyarlama senedine karşı dava açılması beklenmelidir" diye bunlar yollandı ama, onun savunmasını yapamadılar. Verheugen, "bunların karşılığında Karpas'ın ucundan toprak verin" dedi, o da olmayacak bir ÅŸeydi.
Soru - Biz bundan fedakârlık ettik, onlar da Karpas isteÄŸini rafa mı kaldırdılar?
. MS - "Olmazsa olmaz" denilen konularda geri çekildik. 1 Mayısla biz iliÅŸkilendirdik, baÅŸkaları iliÅŸkilendirmedi ki... İngilizler 1996'dan itibaren iliÅŸkilendirdi... "Türkiye'nin en çok önem verdiÄŸi konu, Avrupa'ya girmek; en zayıf noktalan orası, bu iÅŸi BM'den Avrupa'ya aktaralım" dediler. Tam olarak yapılmadı ama, o tarihten itibaren "AB 2000 Senedi" diye bir ÅŸey yayınladı, 4 yıl öncesinde, o yayınlandığı andan itibaren mesele BM ile AB'nin birlikte kombine götürdükleri bir dava haline geldi. İç içe girdi herÅŸey... New York'ta bize atılan kazıkların en başında o geliyor... Sabahlara kadar direnildi New York'ta, biz "bu dörtlü olsun, Türkiye de iÅŸin içine girsin" dedik. DenktaÅŸ da bu ÅŸartla kabul ediyordu, gece direndik, saat 04.00'te filan yattık, ertesi sabah saat 8.30'da BM'den sonuç bildirisi geldi, onun içine Avrupa'yı sokmuÅŸlardı, bizim evet demediÄŸimiz, DenktaÅŸ buna "hayır" demeye gittiÄŸinde Ankara "evet" diyor diye, ne kadar doÄŸru olduÄŸu kuÅŸkulu bir metin gösterdiler... Türkiye'nin New York'ta reddetmesi lazımdı. Avrupa'nın iÅŸin içine sokulmasını öyle formüle etmiÅŸler ki, çözümü AB mevzuatı içine oturtmakla, "AB yardımcı olacaktır"... "Çözüm olacak da, ondan sonra oturtacak" diye yorumlamak mümkündü, iyimserler öyle yorumladılar; oysa müzakerelerin içine Avrupa girecekti, Yunanlılar öyle istiyorlardı, onlar da o anlamı çıkardılar ve sonuç onların çıkardığı anlamı buldu... LefkoÅŸa'da AB'den bir görevli müzakere masasına oturmak istemiÅŸ, iki taraf da reddedince köÅŸede, ayrı bir masada oturuyordu, gerekirse kendine bir ÅŸey sorulduÄŸunda cevap vermek için... Bir baÅŸka toplantıya katılmak istediler, burada ne sıfatla bulunduÄŸunu sordum, ısrar ettim, biraz bozuldu, bir daha gelmedi. Yani ısrar edince çekiliyorlar, ama arka planda hep varlar.

(Mümtaz Soysal'ın, Kıbrıs Vakfı BaÅŸkan Yardımcısı olarak, 4 Nisan 2004 Pazar günü, Kıbrıs Vakfı'nda yaptığı basın toplantısındaki konuÅŸmasının tam metni ) 

 

Geri
İleri
  • 1

Önceki Haber / Sonraki Haber
Genel BaÅŸkandan
Misafihanelerimiz
Kamu-Sen TV
Kampanyalar

Genel Haberler

AİLE YILINDA MEMUR AİLELERİNİN YÜZÜNÜ BAYRAM İKRAMİYESİ İLE GÜLDÜRÜN! AİLE YILINDA MEMUR AİLELERİNİN YÜZÜNÜ BAYRAM İKRAMİYESİ İLE GÜLDÜRÃ
12.03.2025
1352
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN
07.03.2025
326
ENFLASYON RAKAMLARI MEMUR VE EMEKLİ İÇİN EK ÖNLEM ALINMASINI ZORUNLU KILIYOR ENFLASYON RAKAMLARI MEMUR VE EMEKLİ İÇİN EK ÖNLEM ALINMASINI ZORUNLU KILIYO
03.03.2025
1350
HOCALI KATLİAMI; UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ! HOCALI KATLİAMI; UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ!
26.02.2025
400
  • Kamu-Sen
  • Ar-Ge
  • Kazanımlarımız
  • Genel Haberler
  • Sendikalardan
  • KVKK

TÜRKİYE KAMU-SEN © 2025 Tüm Hakkı Saklıdır. Sitemizde bulunan içerikler kaynak belirtilmek suretiyle baÅŸka sitelerde yayınlanabilir.

Adres: Erzurum Mahallesi Talatpaşa Bulvarı No : 160 Kat:7 Çankaya-ANKARA
haber@kamusen.org.tr | Tel : +90 312 424 22 00